top of page

Yani derinden, derinden...


Popper, felsefenin zorunlu bir etkinlik olduğuna inanır, çünkü hepimiz bir sürü şeyi veri olarak kabul ederiz ve bu varsayımların birçoğu felsefi niteliktedir. Özel yaşamımızda, iş hayatımızda, siyasette kısaca yaşamımızın her alanında bu türden varsayımlarla hareket ederiz. Bu varsayımların bazıları doğru olsa da bazıları yanlış bazıları ise zararlıdır. Bu yüzden, aslında bir felsefi etkinlik olan varsayımlarımızın eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirilmesi, ahlaki olduğu kadar düşünsel olarak da önemlidir. Bu, felsefenin yalnız akademik bir etkinlik ya da uzmanlık olmadığını, filozofların ve felsefecilerin eserlerini incelemekle sınırlanamayacağını, yaşanan ve hepimiz için önemli olan bir şey olduğunu savunan bir görüştür.


Sadece dünyayı daha iyi anlamak için değil, hayatı felç eden korkuları yenebilmek, ölümden gerçekten korkmamayı öğrenmek, gündelik yaşamın boğucu sıradanlığını aşmak, akıp giden zamanın ötesine geçmek için de felsefeye ihtiyaç duyarız. Kimi zaman bunu yapmayı unutsak da bu ihtiyaç bize kendini dayatır.


Luc Ferry'ye göre “İnsan denilen yaratık, -eğer varsa- Tanrı'nın aksine ölümlüdür; veya filozoflar gibi konuşacak olursak, zaman ve mekanla sınırlı, 'sonlu bir varlık'tır. Fakat hayvanlardan farklı olarak, sınırlarının bilincinde olan tek varlıktır. İnsan öleceğini bilir ve yakınlarının, sevdiklerinin öleceklerini de bilir. Öyleyse insan, a priori kaygı veren, hatta saçma veya dayanılmaz olan bu durumu sorgulamaktan kaçınamaz.”


Annemin bir alzheimer hastası olması, bu türden kaygılarımın depreşmesine neden oluyor. Uzamsız ve zamansız genişletilmiş bir ölüm kavramıyla iç içe yaşarken, hayatın gözlerin önünden bir film şeridi gibi geçtiğine dair aslında pek de rasyonel olmayan bir savı da pratikte yaşıyorum. Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor pek çok kez...


Anneye eski türkler ög derlerdi, Düşünmek anlamına gelen “ö” kelimesinden türeyen ög, akıl anlamına da gelir. Ög, öksüz, öğrenmek hepsi aynı kökten türer. Öğrendiklerimin, bildiklerimin kaynağı, kısaca ilk aklım olan annemin aklını tüketen rahatsızlığı; insanın neliği, yaşamın anlamı üzerine düşüncelerimi yoğunlaştırıyor.

Heidegger, Varlık ve Zaman adlı eserinde insanın diğer varlıklardan kendi varoluşunu sorgulama yetisiyle farklılaştığını söyler. İnsanlar umuduyla, çaresizliğiyle, öfkesiyle, dinginliğiyle, sevgisiyle, nefretiyle, sevinciyle, üzüntüsüyle vb. yüzleşebilen özgür hayvanlardır. Bunun nedeni varlığının sonunun farkında olması, ölümün gölgesinde yaşamasıdır.

Heidegger, insanın dilini kullanabilme yetisiyle yaşamını nesneleştirebildiğinin farkındaydı. Ölüm gerçeğiyle sevdiğim bir insan için yüzleştiğimde, yaşamımı nesneleştirmek zorunda olduğumun farkındaydım. Bir anlam bulabilmek için bunu yapmak zorundaydım. Yani felsefe kendini yaşamımda dayatıyordu.

Ancak felsefede atılan her adımın yeni bir sorunsalı dayattığının da farkındaydım. Nesneleştirilen yaşamlarda olgu ve değer bağını kurabilmek pek kolay değildi. Kapitalist modernitede olgu kamusal alana, değer ise özel alana hapsedilmişti.

Araçsal bir ekonomik sistemle insalığı ipotek altına alan modern kapitalist düşünce, insani dayanışma, paylaşım gibi değerleri teşvik etmek yerine kâra ve hayatı maddi olarak idare etmeye dayalı bir yaşam tarzı dayattı. Akıl çıkarcı bir hesap mantığıyla yozlaştırılırken özel alana hapsedilen ahlak, daha çok cinsellikle ilgili bir şeye dönüşüyordu. Kültür ise insanların zihinlerinin nasıl dağıtılacağı ile ilgili yerlerde konumlandırılıyordu.

Çürüyen bir sistemin yaydığı ağır koku, sistemin işleyişinden haberdar olmayan kimseleri bile rahatsız eder. Çürümenin olduğu yerde geleceğe yönelik tasarılar da belirir geçmişe yönelik özlemler de (geçmişin farklı hatta çoğu zaman daha ağır sorunsallarının farkında olmasızın)... Postmodern saldırılarla bütünlüklü dünya görüşlerinin, geleceğe içkin tasarıların ağır baskı altına alındığı bir çağda geçmişe yönelik özlemlerin politik biçimleri kamusal alanda daha belirgin ve etkin oldu. İnsan hayatını korkunç bir biçimde değersizleştiren bir çağda inanç kıtlığı aşırı bir inançla (kökten dincilikle) kavgaya girişti.


Oysa ki yaşamın anlamı üzerine düşünürken karşılaştığımız değer sorunu; insanı değersizleştiren aşkın bir değerler sistemiyle yani din ile ikame edilemez. Bunun temel nedeni, değer sorununu yaratan şeyin günümüzün ekonomik sistemi olmasıdır. Ekonomik sistem modeline sahip bir din olmadığı için de ikame edilmeye çalışılan eski değerler sisteminin insanlığın yaşadığı sorunların yarattığı varoluşsal bunalıma bir çözüm bulabilme şansı yoktur.

Geçmişe dönük özlemlerin bizi daha büyük bir bataklığa iteceği bir çağda yaşamın anlamı sorunu sanırım gelecek tasarısından çok bağımsız değil. Sınırlı ve sonlu olanı geleceğe taşımanın daha rasyonel yolu bu tasarımlar gibi görünüyor.


Ölümün kıyısında durup yaşamın anlamı üzerine düşünürken dönüp dönüp vardığım nokta hep aynı. Daha iyiye, daha güzele, daha erdemli bir yaşama nasıl ulaşabiliriz? Yaşamlarımızı nasıl daha değerli hale getirebiliriz?


Son zamanlarda sıkça dinlediğim bir parçanın sözleriyle acılarımı kanatıyorum, acılar yaşamın anlamına içkin çünkü:


Adamlar, babamlar ölürmüş derinde

(Yani derinden derinden)

İnsan özünden düşermiş bazen

(Yani derinden derinden)

...

Dünya dönerdi ya ben de dönerdim

(Yani derinden derinden)

Annem gülerdi ya ben de gülerdim

(Yani derinden derinden)




Felsefe var olan üzerine derinden bir düşünme biçimi değil midir? Acılarımız kadar derinden. Bir şeyi açıklarken sıklıkla yani kelimesini kullanırız. "Yani"nin kelime anlamı sözün özeti demek. Yani derinden derinden...






243 görüntüleme

Kommentare


bottom of page