top of page

Tarih Boyunca Ünlü Düşünürlere Göre Sanat Nedir?


Sanat nedir? Yüzyıllardır insanlığı rahatsız eden bir soru. Sanatın doğası filozof Richard Wollheim tarafından 'insan kültürünün geleneksel sorunlarının en anlaşılması zor olanlarından biri' olarak tanımlanmıştır. Sanat tanımı öznel ve tartışmaya açıktır. Sanat tarihi boyunca sanatçılar her tanımın sınırlarını zorlamış ve önyargılarımıza meydan okumuşlardır. Sanat kavramı yüzyıllar boyunca değişirken, amacı gerçekliği temsil etmek, duyguları veya fikirleri iletmek, güzellik duygusu yaratmak, algının doğasını keşfetmek, biçimsel unsurları kendi iyilikleri için keşfetmek veya sadece var olmamak olarak tanımlanmıştır. Sanatın rolü zaman içinde değişmekte, burada daha çok estetik bir bileşen, diğer tarafta ise sosyo-eğitimsel bir işlev kazanmaktadır. Filozoflar, sanat tarihçileri ve sanatçılar arasında bir anlaşma yoktur ve bu nedenle elimizde pek çok tanım kalmıştır.


Avangardın yükselişinden bu yana Batı geleneği, her şeyin bir sanat nesnesi olarak sunulabildiği ve sanatçının rolünün çoklu yorumlara tabi olduğu bir noktaya doğru evrilmektedir. Almanya doğumlu Amerikalı sanat tarihçisi Peter Selz 1981'de şöyle yazmıştır: 'Eğer çağımızın sanatı hakkında genel bir açıklama yapılabilecekse, o da bir sanat eserinin ne olması gerektiğine dair eski kriterlerin her şeyin mümkün olduğu dinamik bir yaklaşım lehine birer birer bir kenara atıldığıdır'.


Mimesis Olarak Sanat


Sanat tarihine yüzyıllar boyunca hakim olan taklit olarak sanat fikri, Antik Yunan'a kadar uzanır. Platon sanata pek sıcak bakmamıştır. Tüm sanat formlarını 'mimesis' veya taklit örnekleri olarak görerek, onları 'formlar' veya 'idealar' olarak adlandırdığı ebedi ideal gerçeklikleri tasvir edemedikleri için eleştirmiştir. Hayatın kendisi mükemmel ideal formların basit ve zayıf bir kopyası olduğu için, kopyanın kopyası olan sanat gerçeklikten ve hakikatten sadece üçüncü bir uzaklaşmaydı. Benzer şekilde Aristoteles de sanatın izini, insanları karakterize eden taklit etme ve benzerlikleri tanıma sevgisine kadar sürer. Ancak onun için sanat sadece kopyalamak değildi. Gerçek bir fikrin dışsal formda gerçekleşmesi olarak sanat, doğayı idealize eder ve bireysel olguda evrensel tipi kavramaya çalışarak onun kusurlarını tamamlar. Aristoteles, "Sanatın amacı şeylerin dış görünüşlerini değil, içsel anlamlarını temsil etmektir" diye yazmıştır. Güzelliğin ya da doğanın taklidi olarak sanat teorisi sanat tarihi boyunca varlığını sürdürmüştür. Rönesans ressamı ve sanat tarihçisi Giorgio Vasari, Ressamların Yaşamları'nda 'resim, doğadaki tüm canlıların renkleri ve desenleriyle tıpkı doğada oldukları gibi taklit edilmesidir' diye yazmıştır. Ancak 19. yüzyılın başlarına ve Romantizmin yükselişine kadar bu fikir kaybolmaya başlamış ve sanatçının duygularının ifadesine çok daha fazla önem verilmiştir.

Bir İfade Biçimi Olarak Sanat

Romantizmden doğan ifade teorisi, sanatı sanatçıların eşsiz ve bireysel duygularını tasvir etme aracı olarak tanımlamıştır. Tolstoy'un Sanat Nedir? adlı eserindeki sanat tanımı bu kalıbın çok dışındaydı: "Sanat, bir insanın bilinçli olarak, belirli dış işaretlerle, yaşadığı duyguları başkalarına aktarması ve diğer insanların da bu duygulardan etkilenerek onları kendi içlerinde yaşamasından oluşan bir insan etkinliğidir". İfade kuramının sanatçıları duygu ve hislerin ifadesiyle sınırladığını savunan sonraki kuramcılar, sanatın sadece duygu ve hisleri değil, fikirleri de ifade edebileceğini vurgulamışlardır. Amerikalı sanatçı Sol Le Witt, Art and Its Significance kitabında yer alan 'Kavramsal Sanatın Cümleleri' başlıklı yazısında şöyle demiştir: 'Fikirler tek başına sanat eseri olabilir.... Tüm fikirlerin fiziksel hale getirilmesi gerekmez.... Bir sanat eseri sanatçının zihninden izleyicinin zihnine giden bir iletken olarak anlaşılabilir. Ancak izleyiciye asla ulaşmayabilir ya da sanatçının zihninden asla çıkmayabilir'.

Duygu ve fikirleri ifade etmenin bir yolu olarak sanat aynı zamanda güçlü bir iletişim aracıdır. Başkalarının duyusal algıları üzerinde bir etki yaratan bir sanat eseri, tartışmasız bir şekilde sanatçının duygularını veya hislerini iletmelidir. İfade teorisinden yüzyıllar önce Leonardo da Vinci, 'sanatın, bilgiyi dünyanın tüm nesillerine ileten tüm bilimlerin kraliçesi olduğunu' belirtmiştir. Yukarıda bahsi geçen eserinde Tolstoy şöyle yazmıştır: 'İnsanın içinde yaşadığı bir duyguyu uyandırmak ve... sonra da hareketler, çizgiler, renkler, sesler ya da kelimelerle ifade edilen biçimler aracılığıyla bu duyguyu aktarmak, işte sanatın faaliyeti budur'.


Sanat ve Gerçek


Martin Heidegger'den etkilenen düşünürler sanatı, bir topluluğun kendini ifade etmesi ve yorumlaması için bir araç geliştirmesi olarak yorumlamıştır. Heidegger'e göre sanat, bir kültürün üslubunu o kültürün dünyası içinden gösterir, ifade eder ya da yeniden yapılandırır. Bu anlamda sanat, bir başkasının dünyasını açığa çıkarabilir ve ortak bir anlayış üretebilir. Heidegger'den çok daha önce Hegel, sanatın belirli kültürlerin ruhunun yanı sıra bireysel sanatçıların ve genel insan ruhunun ruhunu da ifade ettiğini düşünmüştür. Fikirlerin ve bilincin tarihsel gelişimine vurgu yapan Hegel, sanatsal ifadeyi insan ruhunun tarihinin, hakikati sezgisel bir şekilde ortaya koyan bir tür doruk noktası olarak görmüştür.

Sanat genellikle kişinin hayatındaki hakikat ve anlam arayışı etrafında döner. Peki ama bir sanat eseri hakikati üretebilir mi? Platon bunun mümkün olmadığını düşünürken, Hegel ve diğer bazı düşünürler farklı düşünmektedir. Sanatta hakikat kavramı ampirik bir şekilde doğru temsil meselesi değildir, ancak sanat daha derin bir gerçeklik duygusunu ifade edebilir ve belirli bir bilgiyi aktarabilir. Amerikalı şair Robert Frost, Ateş ve Buz: Robert Frost'un Sanatı ve Düşünceleri adlı kitabında şöyle yazmıştır: 'Bana göre sanatın hayat için yaptığı şey onu temizlemektir - onu biçimlendirmektir'. Benzer şekilde, Pablo Picasso da 'sanatın gerçeği, en azından anlamamız için bize verilen gerçeği fark etmemizi sağlayan bir yalan olduğunu' düşünmüştür. Sanatçılar ve izleyicileri içinde yaşadıkları maddi dünyayı paylaştıkları için, sanat bu dünyanın ve genel duyarlılığın ve tutumların değişmesine katkıda bulunabilir. Paul Klee'nin The Inward Vision'da yazdığı gibi, 'sanat görüneni yeniden üretmez; daha ziyade görünür kılar'.


Dünyayı Şekillendiren Sanat


Marksist terimlerle konuşacak olursak, sanat üstyapının bir parçası ya da maddi temelin bir parçası olarak anlaşılabilir. Ya da başka bir deyişle, bir ideoloji veya teknoloji olarak anlaşılabilir. Bir ideoloji olarak sanat, mevcut toplumsal koşulların yeniden üretilmesine katkıda bulunurken, maddi temeldeki sanat bunları değiştirmeye çalışır. Bireyleri, düşüncelerinin iktidar sistemleri tarafından düzenlendiği sınırların dışında düşünmeye teşvik eden sanat, kapitalist toplumda mevcut olan 'mistisizmi' ortadan kaldırmaya hizmet eder. Marx ve Engels'in sanat üzerine yazdıkları hem sınırlı hem de önemliydi, ancak diğer Marksist kuramcılar Marksist sanat kuramını geliştirmeye devam ettiler. Adorno'ya göre, politik olarak angaje olmuş sanat, ana akım sanatın çoğunluğunun iflas etmiş estetizmine karşı kısmi bir düzelticidir. Yazdığı gibi, 'tüm sanat işlenmemiş bir suçtur', yani sanat doğası gereği statükoya meydan okur ve halihazırda var olan bir ideoloji ve egemen söylemle etkileşime girer. Dolayısıyla sanat eleştirel olmalı ve dünyayı açıklamaya çalışmak yerine onu sorgulamalıdır, ya da Brecht'in yazdığı gibi: 'Sanat gerçekliğe tutulan bir ayna değil, onu şekillendirmek için kullanılan bir çekiçtir'.


Peki, Sanat Nedir?


Sanat her ne ise, insan varlığının doğasında vardır. Dostoyevski şöyle yazmıştır: 'Sanat, insanlık için yemek ve içmek kadar büyük bir ihtiyaçtır. Güzelliğe ve onu somutlaştıran yaratımlara duyulan ihtiyaç insanlığın ayrılmaz bir parçasıdır ve bu olmadan insan belki de yeryüzünde yaşamak istemeyebilir. İnsan güzelliğe susar, güzelliği hiçbir koşul olmaksızın, olduğu gibi, sadece güzellik olduğu için bulur ve kabul eder; ne işe yaradığını ve onunla ne satın alınabileceğini sormadan önünde saygıyla eğilir'. Nietzsche için 'sanat esasen varoluşun olumlanması, kutsanması ve tanrılaştırılmasıdır'. Sanat, içinde yaşadığımız dünyayla, kendi varoluşumuzla başa çıkmanın ve tüm bunları anlamlandırmanın bir aracıdır. Amerikalı romancı Saul Bellow, 'sanatın kaosun ortasında dinginliğe ulaşmakla bir ilgisi olduğunu' yazmıştır. Öte yandan Oscar Wilde'a göre 'sanat, dünyanın tanıdığı en yoğun bireysellik biçimidir'. Sanat aynı zamanda bir ölümsüzlük girişimidir ya da Fransız romancı Andre Malraux'nun yazdığı gibi, 'sanat bir isyandır, yok olmaya karşı bir protestodur'. Sanat bunların hepsi ve daha pek çok şeydir. Hayatın solipsist bir bakış açısını aşan sanat, dünyayla ve birbirimizle daha bütünlüklü, daha meraklı ve daha içten bir şekilde ilişki kurma gücüne sahiptir. Ve bunu yaparak hayatlarımızı sonsuz derecede zenginleştirir.


Not: Elena Martinique'ya ait bu makale, https://www.widewalls.ch adlı siteden alınmış ve www.felsefearenasi.com.tr editörleri tarafından Türkçeye çevrilmiştir:

https://www.widewalls.ch/magazine/what-is-art

360 görüntüleme

Comments


bottom of page