top of page

John Berger'in Görme Biçimleri: Sanatı Yeniden Bağlamsallaştırmak

John Berger, görme ya da görülme eyleminin sanatın oluşumunu ve onu çevreleyen toplumsal ilişkileri nasıl etkilediğini inceliyor.


John Berger görmenin nötr ya da pasif bir etkinlik değil, aktif bir seçim olduğunu savunur. Tarihle olan ilişkimiz, egemen sınıflar tarafından toplumdaki rollerini ve oraya nasıl geldiklerini meşrulaştırmak için gizemli hale getirilmiştir. Bu da sterilize edilmiş, bağlamından koparılmış ve "görüş açısı" elinden alınmış kopuk bir tarih anlayışına yol açmıştır. Berger'e göre, bir resim ya da bir fotoğraf, o anda, sahneyle doğrudan ilişkisi olan bir kişi tarafından yakalanmaya değer bir özneyi ortaya çıkarır.


Berger özellikle, sanat eserlerinin sosyal bağlamlarından ve sanatçı/sanat arasındaki bağlantılardan koparılarak, sanki bir sanat eserinin değeri üslup, renk, kontrast, perspektif ve benzeri unsurların analiz edilmesiyle çözülebilirmiş gibi, kompozisyon unsurlarıyla açıklandığı sanatsal yorumlamadaki mistifikasyonu çözümlemektedir. Bu tür bir tarih dışı çerçeve, her türlü alternatif açıklamayı engeller. Mistifikasyonun düsturu, 'İnsanlık durumu', yani klasiklerin konusu olan insanlar hakkındaki değişmez gerçeklerdir.


John Berger İmgenin Yeniden Üretimi Üzerine


Kitle iletişim araçlarıyla birlikte, yakın zamana kadar sadece sergilendikleri yerde görülebilen resimler ve sanat eserleri, artık çoğaltılmış ve kameralar ve televizyonlar aracılığıyla halka ulaştırılmıştır. Bu yeniden üretim sadece sanat eserini yeniden üretmekle kalmıyor, aynı zamanda anlamını ve anlamın deneyimlendiği bağlamı da çoğaltıyor; tek bir bağlamdaki tek bir anlamdan, farklı bağlamlardaki anlamların kırılmasına kadar.


Bağlam TV, arkasındaki duvar kağıdı, izleyicinin göreceli konumu, TV'deki parlaklık, ortam, piksellerin kalitesi ve benzerleridir. Bir kez yeniden üretildiğinde, aynı sanat eseri asla aynı şekilde deneyimlenmez.


Örneğin bir resim karesi içeren bir filmde resim, film yapımcısının anlatılan hikayeyle ilgili vardığı sonucu desteklemek için bir araç haline gelir. Artık tek başına bir sanat eseri değildir artık orijinal anlamını dönüştüren başka bir bağlam ve akış içine yerleştirilmiştir. Bir filmde görüntüler birbirini takip eder ve bireysel anlatımlarının ötesinde bir şeye işaret eder. Film, resmin kendisinde var olmayan bir zaman boyutuna sahiptir. Film ilerler.


Etrafımız reprodüksiyonlarla çevrilidir: bunlar bir dil, bizi saran bir çember oluşturur. Orijinal resmin otoritesi yerinden edilmiş, parçalanmış, çoğaltılmıştır. Pek çok kurum hala orijinalin otoritesine tutunuyor. Bunlar geleneksel değer ve sınıf hiyerarşilerini temsil ediyor. Büyük koleksiyonlarda ve müzelerde sergilenen durağan, taşınmaz sanat eserlerinin kalıcılığı, zenginlerin kendilerini artık tarih içinde konumlandıramayan diğer sınıflar karşısındaki asaletini vurgulamayı amaçlıyor.


Nesnelerin Eşitliği


Berger'e göre "Yağlı boya tablolar, sermayenin toplumsal ilişkilere yaptığını görünüşe yaptı. Her şeyi nesnelerin eşitliğine indirgedi". Her şey, herhangi bir faaliyete, herhangi bir nesneye, nesnenin sahibinin pazarda elde edebileceği belirli bir değişim değeri veren kaçınılmaz metalaşma okyanusuna gömüldü ve boğuldu.


Berger'e göre, başka hiçbir alanda farklı resimler arasındaki kalite farkı resimlerde olduğu kadar bariz değildir; vasat eserler, onları ayıran şeyin ne olduğuna dair hiçbir açıklama yapılmaksızın başyapıtlarla eşit konumda gözlemciye sunulur. Yağlıboya resim dönemi, açık sanat piyasasının yükselişine tekabül eder. Pek çok yağlıboya tablo, ressamın bu resimle gerçekten bir şeyler ifade etmek istemiş olabileceğinden değil, sadece hakkı olan ücreti alabilmek için tamamlanmıştır. Sanat da diğerleri gibi bir iş haline geldi; bir sonat bestelemek ya da bir resim çizmek, tuğla taşımak ya da trafiği kontrol etmekle aynı eylem haline geldi.


Klasiklerin Anlamı


Edebiyatı, resimleri, müzik bestelerini, heykelleri düşündüğümüzde aklımıza hemen "klasikler" olarak adlandırılabilecek eserler gelir. Klasik bir eserin zamansız olduğu ve yüksek kalitesiyle evrensel olarak kabul gördüğü söylenir. Bir klasikten özellikle hoşlanmayan insanlar bile o klasiğin neden klasik olduğunu anlayabilir.


"Çok yakın zamana kadar - ve hatta bugün bile bazı çevrelerde - klasiklerin incelenmesine belli bir ahlaki değer atfedilirdi. Bunun nedeni, klasik metinlerin, içsel değerleri ne olursa olsun, yönetici sınıfın üst katmanlarına kendi idealize ettikleri davranış biçimleri için bir referans sistemi sağlamasıydı."


Bu tür klasikler izleyiciyi yeni bir deneyime yönlendirmeyi değil, izleyicinin halihazırda deneyimlemiş olduğu şeyleri süslemeyi, onu egemen sınıfların ahlakına uygun bir deneyimleme biçimine yönlendirmeyi amaçlar; bu ahlakın kendisi, güçleri sayesinde ahlaki bir boyut kazanan zenginlerin özelliklerinin yüceltilmesidir. Zenginlerin davranışları asilleşirken, yoksulların davranışları aşağılık ya da en iyi ihtimalle alçakgönüllü olarak görülür.


Burada özellikle yağlıboya resim, manzara resimlerini bile etkileyen bir mülkiyet ilişkisi kurar. Artık manzara resimleri ticari bir arka plan düşünülmeden yapılmamaktadır. Doğal manzaraların yerini, başlangıçta bu tür resimler sipariş edebilecek güce sahip olan gururlu toprak sahiplerinin mülkiyet manzaraları aldı. Yağlı boya bunun için mükemmeldi, çünkü araziyi tüm somutluğuyla resmedebiliyordu. Toprak sahipleri, kendilerini güçlü toprak sahipleri olarak temsil edilirken görmenin keyfini çıkarma şansına sahip olmuşlardı.


Dönüşümün Entegrasyonu


Martin Luther King gibi birini ve sivil haklar hareketini düşündüğümüzde, toplumsal bilinçte onları radikal olarak görmeyiz. Talep ettikleri şey kesinlikle sağduyulu, makul ve liberalizmin sınırları dahilindeydi. Gerçek şu ki, o dönemde bu hareketler devlet tarafından ciddi bir baskıya maruz kaldı ve onlara verilen destek sandığımız kadar yaygın değildi.


Radikal yıkıcı hareketlerin tarihi liberal toplumlar içinde yeniden gözden geçiriliyor ve bu hareketlerin eylemlerinin hiç de devrimci olmadığı, sistemin kendi içinde işlediği izlenimi veriliyor. Kısacası, sıradan hale getirilirler. Radikal itaatsizliğin şekillendirdiği günümüz liberal toplumlarındaki çelişki budur. Eğer itaatsizlik başarılı olmuşsa, sistemin mantığı içinde işlediği izlenimini vermek için bütünleştirilmiştir. Geçmişe bakıldığında devrimci itaatsizlikte bulunan insanlar hakları için mücadele eden kahramanlar olarak görülürken, bugün bize daha fazla itaatsizliğin teşvik edilmemesi gerektiğini söylüyorlar.


Berger aynı gözlemi kendi sanatsal geleneklerinin kurallarını altüst eden sanatçılar için de yapar. Hayattayken genellikle ihmal edilmiş ve fakir olsalar da, geriye dönüp baktığımızda dehalarını ve özgünlüklerini takdir ederiz. Artık onlar geleneğin bir parçasıdır.


Statükocu eleştirmen, sanatla ilgili yıkıcı olan her şeyi sıradanlaştırır ve sanatçının dehasını renk kompozisyonu, perspektif, virtüözite ve aynı şekilde sanat eserlerinin yıkıcı bağlamından yoksun tarih dışı unsurlarında bulmaya çalışır. İstisnai sanatçılar, geleneksel sanatsal rolün sınırlamalarına karşı isyan etmedikleri, aksine bu geleneğin mantığı içinde hareket ettikleri izlenimi yaratacak şekilde yeniden konumlandırılır ve geleneğin sınırlarına yerleştirilir.


John Berger Reklamlar ve Yetersiz Olmak Üzerine


Berger'e göre bugün karşımıza çıkan en yaygın imge reklam imgesidir. Ona göre bu imgeler, tüketiciler için pazarda birbirleriyle rekabet etmekle kalmıyor, aynı zamanda ortak bir mesaj da veriyor: Tüketimin mutluluk ve memnuniyetin ayrılmaz bir parçası olduğu mesajı. Reklamlar cazibe ve yetersizliği, kişinin mevcut durumu ile potansiyel durumu arasındaki dengesizliği üretir ve bu dengesizlik ancak reklamı yapılan ürünün tüketilmesiyle giderilebilir. Tanıtım imgesi, nesne aracılığıyla alınacak belirli bir zevki pazarlamakla kalmaz. Bir kimlik satar, sosyal ilişkilerin ve bunlar içindeki yerimizin yeniden inşasını satar, başkaları tarafından görülmenin bir yolunu satar.


"Tanıtım imgesi, kişinin kendisine duyduğu sevgiyi olduğu gibi çalar ve bunu ürünün fiyatı karşılığında ona geri sunar.


Berger'e göre bu bizim üretim sistemimize özgü bir durum. Daha önce hiçbir zaman yetersizliğimizi göstermeye çalışan böylesi bir imge yoğunluğuyla karşı karşıya kalmamıştık. Belirli bir reklama ya da içeriğine bakmadığımızda bile, eksik olduğumuz mesajı bilinçaltımızda kalmaya devam ediyor. Bu imgelerle muhatap olmaya o kadar alışmışız ki artık üzerimizdeki etkilerini kavrayamıyoruz.


Bu imgeler bugüne aittir ama yine de bizi bir geleceğe yönlendirirler. Bu da tuhaf bir etki yaratıyor. Görüntüleri izlemeyi bıraktıktan sonra bile, görüntülerin hala ekspres trenler gibi yanımızdan geçip gittiği ve görülmeyi beklediği izlenimine kapılırız. Biz yerimizde, durağan bir şekilde otururken, görüntüler dinamiktir. Görüntüler tüketici tarafından görülmek için birbirleriyle yarışırken, yine de ortak dilleri aracılığıyla ona ortak bir mesaj sunuyor. Onlara sürekli olarak en yeni ürünlerle, en yeni görüntülerle güncel olmaları gerektiğini ve öylece oturulamayacağını söylüyor.


Not: Klejton Cikaj’ya ait bu makale, https://www.thecollector.com/ adlı siteden alınmış ve www.felsefearenasi.com.tr editörleri tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Orijinal metine ulaşmak için:

https://www.thecollector.com/john-berger-ways-of-seeing/


45 görüntüleme

Comentarios


bottom of page