top of page

Homo Virtualis ya da Bilginin Yapaylaşması

Dijital verilerle beslenen denetim toplumunun önündeki büyük tehlike sadece sömürü, kontrol ve denetim değildir; aynı zamanda bilgimizin doğruluğunun temel kıstası olan şahsi gözlem, deney ve akla başvurma imkânları da ortadan kalkmaktadır. Yani insanın temel toplumsal pratiği de yok olmaktadır. Nesneler dünyasına ait olan ve doğruluğunu pratiğimizde sınama imkanı bulduğumuz nesnel bilginin yerini, pratikte sınanmamış, somut yaşamda saptanmamış ve dolayısıyla doğruluğu kanıtlanmamış yapay bilgi almaktadır.


Bundan 30 yıl önce yapılan araştırmalar, insanların çoğunun, zamanlarının önemli bir kısmını televizyon başında geçirdiğini saptamışlardı. Bu araştırmaya göre insanlar günde 6 saat televizyon izlerlermiş. Aradan yıllarda geçmesine rağmen bu süre kısalmış değil, aksine sosyal medya veya bir başka ifadeyle sanal alem sayesinde bu süre daha da uzamış.

Online platformlar son birkaç yılda, özellikle de Krona salgınından sonra alışveriş yapılan temel mecralar haline geldi.

Eğitim, sağlık, banka, vergi, oyun, evlilik, spor ve hayatımızda daha başka ne varsa hepsi artık internet üzerinden yürümektedir.

İnsanlar temel bilgilerini de artık arama motorları üzerinden ediniyor.

İnsanları meraklandıran her konuya dair binlerce videoya Youtube üzerinden da ulaşılabiliyor.

Sadece sosyal medya hesapları (Twitter, Instagram, Facebook) üzerinden insanlara sunulan eğlenceli videolar bile insanların günde birkaç saatini almaktadır.

Sanal âlemde tavla ve satranç oynanıyor. Dövüş oyunları sanal alemde, orada flört ediliyor ve oynaşılıyor. Sanal alemde topraklar fethedilip, kentler kuruluyor, yağma ve savaşlar yürütülüyor.

Din ve siyaset savaşları da artık sanal alemde… İşin ilginci, henüz yeni bir mecra olan Metaverse’te arsa alanların sıralamasında Türkiye dördüncü sırada yer almaktadır.

Sanal âleme her adım attığımızda sadece eş, dost ve sevdiklerimize ayırmamız gereken zamandan fedakârlık etmiyoruz, aynı zamanda bizi dijital veri haline getiren izler de bırakıyoruz.


Homo Virtualis


Ne yaptığımızı, neyi beğendiğimizi, nereyi ziyaret ettiğimizi, ne satın aldığımızı ve ne düşündüğümüzü de artık sanal alemde göstere göstere sergiliyoruz. Sanal âleme her adım atışımızda, aslında arka planda denetim, sömürü ve asosyalleşme yapıları bulunan gönüllü bir bağımlılık ilişkisi yaratıyoruz. Her yeni resim, her yeni yorum ve her yeni beğeni butonu yeni bir sömürü kaynağı yaratmaktadır.

Artık evlerde de sohbet edilemiyor, çünkü herkesin elinde sürekli akıllı telefon var… Sözüm ona sohbet buluşmalarında bile birçok insanın gözü sürekli masanın üstünde duran telefonunda.

İnsan artık Homo Sapiens olmaktan çıkmış, yaşamını büyük oranda sanal alemde geçiren Homo Virtualis’e dönüştü.

Bilgiye ulaştığını sanan insansa, sanal âlemde geçirdiği zaman nedeniyle kendini sadece dijital bir bilgiye indirgemiş oldu.

Bugün her sanal ilişki, aynı zamanda bir denetim ve sömürü ilişkisi demektir. Sanal âlemde düşünce özgürlüğümüzün var olduğunu sanıyoruz ama aslında her adımla birlikte en tepedeki düşünce denetiminin ağına çoktan takılmış oluyoruz.

Eskiden sözler, görüşler, yazılar, düşünceler yasaklanırdı. Artık yasaklanmıyor, çünkü düşüncemiz ve tepkimiz yukarıdan denetleniyor, çaktırmadan kısıtlanıyor ve yönlendiriliyor.

Artık yeni sömürü ilişkileri de sanal alemde yaygınlaşıyor.

Dünyanın en köklü ve varlıklı şirketleri eskiden buzdolabı, çamaşır makinesi ve otomobil üreten şirketlerdi ama artık değil. Google, Twitter, Facebook ve diğer başka sanal mecralar zengin şirketler sıralamasının en tepesinde. Bu şirketlerin ürettikleri ve pazarladıkları nesnelerse, bizim sanal ağda bıraktığımız verilerin izlerinden başka bir şey değildir.

Kısacası insan, sanal alemde attığı her adımla dijitalleştirilerek rakamlara indirgenmektedir. Her adımla iz olarak bıraktığımız veriler, bütünleştirilerek ve paketlenerek ve sonra da kimliğimizle eşleştirilerek çeşitli şirketlerin hizmetine sunulmaktadır. İnsan artık “megabits” ve megabyte’la ölçülen bir nesnedir.

Kripto para mecraları, çoktan sıradan insanların ve özellikle de gençlerin kumar oynadıkları bir alana dönüştü.

Mutlak kontrol sağlayan dijital ağlara artık kimse itiraz etmiyor, çünkü bu ağların gönüllü özneleri bizzat insanların kendileridir. Dijital ağlar üzerinden elde edilen bilgiler ve veriler, sözüm ona aydınlanmış insanlar arasında bile tartışılmaz doğru bilgiler olarak kabul görmektedir. Doğruluğu kanıtlanmamış çuvallarca bilgi üzerinden kararlar alınıyor, tercihler belirleniyor ve adımlar atılıyor.


Dijital Veri Haline Gelen İnsan


Dijital verilerle beslenen denetim toplumunun önündeki büyük tehlike sadece sömürü, kontrol ve denetim değildir; aynı zamanda bilgimizin doğruluğunun temel kıstası olan şahsi gözlem, deney ve akla başvurma imkânları da ortadan kaldırılıyor. Yani insanın temel toplumsal pratiği de ortadan kalkmaktadır. Nesneler dünyasına ait olan ve doğruluğunu pratiğimizde sınama imkanı bulduğumuz bilginin yerini, pratikte sınanmamış, somut yaşamda saptanmamış ve dolayısıyla doğruluğu kanıtlanmamış yapay bilgi almıştır.

Kısacası sanal dünya, dijitalleştirdiği insanın, bilgi edinme açısından en güvenilir kaynağı olan kendi yaşam pratiğini de ortadan kaldırmaktadır. Bilgi her açıdan yapaylaştırılmıştır.

Pratik hayattan koptuğu için, bilgisini doğrudan kendi gözlemi, eleştirel bakışı ve sorgulamayla elde edemeyen insan, hem temel insani niteliklerinden, yani yaşam pratiğinden koparılmaktadır, hem de kendisine yabancı, çoğunlukla da başkasının doğrusu olan bilgilerden beslenerek mutlak dijital nesnelere dönüştürülmektedir.

İnsanın en güvenilir bilgi kaynağı, bizzat kendi gözlemi ve pratiğidir. İnsan ihtiyaç duyduğu bilgiyi, bizzat dünyayı değiştirme pratiği içinde edinir. Pratik, sadece bilgi açısından en güvenilir dayanak değildir, aynı zamanda insanın kendi gelişiminin ve dönüşümünün de temel kaynağıdır.

Temel bilgilerini, hiçbir şekilde denetleyemediği, gözlemleyemediği bir dijital ağdan edinen insan, hem kolay yönlendirilebilen bir varlığa dönüştürülmekte hem de kendi bedensel ve zihinsel dönüşümünün kaynağı olan insani pratikten kopmaktadır. İnsan, insanın temel niteliklerini yadsıyan yeni bir varoluşla karşı karşıyadır.

İnsan genel anlamda, bireysel kimliğini, yani varlığını, kendi bilgi kaynaklarından hareketle inşa eder. Bilginin temel kaynağı ise insanın sosyal yaşamındaki dünyayı dönüştürme faaliyetidir.

Dijital dünya, “akıllı araçlarla” ve sözüm ona “güvenilir bilgilerle” insanlık tarihinin en eski felsefi ve sosyolojik kavramlarını da ortadan kaldırmaktadır.

Özgürlük, dayanışma, sevgi, güven, sadakat gibi kavramların tanımı, sosyal hayatın içinden değil, sanal alemin ve “feedback” denen geri dönüş ve yansımalarından hareketle belirlenmektedir.

Her şey saydamlaştığı için, artık kiminle dayanışacağımızı, kime güveneceğimizi ve kimin kim olduğunu onun sosyal medya hesabına, kurumlarda depolanan güvenilirlik puanlarına, günlük hayatta paylaştıklarına, tüketim eğilimine, çalıştığı kuruma ve beğendiği paylaşımlara göre kararlaştırıyoruz. Bunların hepsinin kaynağı sosyal medyadır. Tanımadığımız insanlar hakkındaki düşünce ve kanaatlerimiz sadece sosyal medya üzerinden belirlenmektedir.


Yeni Bir Aydınlanma Bilinci


Akıllı ağlar bizim nasıl karar vermemiz gerektiğini çaktırmadan belirlemektedir.

İnsan aydınlanmasını, bilinçlenmesini özne-nesne ilişkisinden edindiği bilgiyle oluşturur. Nesneyi değiştiren insan, sadece nesnenin bilgisine ulaşmış olmaz, aynı zamanda kendisi hakkında da bilgi sahibi olur. Bir odunu yontarken, sadece odunun bilgisini edinmiyor, aynı zamanda kendi becerilerinin de bilincine varıyor. Pratikten edindiğimiz bilgilerle yeteneklerimizi geliştiriyor ve zihinsel sıçramalar yaşıyoruz.

Her pratik, zihinsel bir gelişmeye denk gelir; her zihinsel gelişim, kimliğin inşasına da doğrudan yansır. “Ben” dediğimiz kişiliğimiz, yaşam pratiği içinde inşa edilir. Yaşam pratiği ise toplumsal ilişkilerin toplamıdır.

Toplum içinde karşılaştığımız öznelerin dirençleri, mimiklerinden fark ettiğimiz itirazları, bizim açımızdan yararlı veya yararsız bilgiler, kendi benliğimizi inşa ederken yararlandığımız bilgi kaynaklarıdır.

Bir süre öncesine kadar “öteki”nin gerçek hayattaki direnci, aynı zamanda kendimize dönüp bakmanın imkânını sunuyordu. Hayat içinde karşılaştığımız direnç ve itirazlar, kendimizi yeniden biçimlendirip konumlandırmanın, bilgiyle donatmanın, yeteneklerimiz üzerine düşünmenin, kısacası bilgilenmenin ve aydınlanmanın olanaklarını sunuyordu.

Başarılarımızı ve başarısızlıklarımızı doğrudan insan ilişkilerinde tepki-karşı-tepki olarak görebilirdik. Aslında “öteki”nin direnci ve itirazı, aynı zamanda bilgimizin ve yeteneklerimizin sınırlarıdır. Sınırlar, bugüne kadar gerçek dünyaydı, içinde yaşadığımız toplumsal davranışlar ve kurallardı; her gün karşılaştığımız insani itirazlardı, toplumu yönlendiren kurumsal disiplindi, toplumsal eğitimdi, belki kısıtlayıcı tedbirlerdi, fakat bunların hepsi kimliğimizin gelişmesi ve varlık olarak inşa edilmesi açısından zorunluydu. Şimdi bu imkânlar, dijitalleşen pratikle birlikte ortadan kalkmaktadır.

Dolayısıyla doğal direncin ortadan kalktığı bir dünyada, benlik inşası da yapaylaşmaktadır. Sanal âlemde etkin olan bir benlik yaratarak, aslında çift kişilikli yaratıklar haline geliyoruz.

Korkunun ve endişenin kaynağı bilgisizliktir. Bilgiye sahip olamamak, belirsizlik içinde kalmak ve sürekli tehlikelerle karşılaşma olasılığı insanı ürkütürdü. İnsan bilgiyi kendi bedensel ve zihinsel pratiğinin birlikteliği üzerinden edinirdi.

Zihinsel işlemleri besleyen duyumsal veriler, yani insan pratiğinden elde edilen doğrudan bilgiler yapaylaşırken, zihnimiz sadece sanal âlemin bilgileriyle donatılmakta, bunlarla yetinmekte ve bir bakıma zihinlerimiz de yapaylaşmaktadır.

İnsan, ihtiyaç duyduğu bilgiye dünyayı değiştirirken ulaşır, bu sayede kendisi hakkında da bilgiler edinir. Neyi sevip sevmediğini, neyi yapıp yapamadığını, neyi isteyip istemediğini, neyi becerip beceremediğini, neyi arzulayıp arzulamadığını bizzat kendi deneyimleriyle saptardı. İnsan kendini, büyük ölçüde dış dünya ve “öteki” üzerinden tanır ve keşfederdi. Şimdi bütün bunları belirleyen temel kaynağımız, yani canlı kanlı insan pratiği yok olurken bunun yerini bütünüyle sanal âlemdeki gezinmelerimiz almaktadır.

İnsan, sanal aleme gömülerek bizzat kendi kabahati ve seçimi olan yeni bir bağımlılık ilişkisine girmekte ve böylece edilgen bir bireye, yani kendi gölgesine dönüşmektedir.

Aydınlanma, sadece insanın içinde yaşadığı toplumsal koşulların bilincinde olup bunları sorgulamaya cesaret etmesi değil, aynı zamanda insanın kendi duyguları, düşünceleri, bedensel yetileri ve zihninde anafor gibi dönüp duran düşünce kaosunu da düzenleyip biçimlendirmesiydi.

Aydınlanma, bir anlamda insanın kendisi için olmasıdır.

Aydınlanma insanın kendi içinde yolculuk yapması, kendi bilincine varmasıdır. Toplumsal koşulların bilincine varmak, insanın hem bu koşullarla hem de kendi şahsi alışkanlıklarıyla, ezberleri ve geleneklerden gelen inançlarıyla hesaplaşmasıdır; zorluklara meydan okumasıdır.

Duygular, duyarlılıklar, düşünceler, yetenekler, arzular, amaçlar ve hedefler konusunda insan artık sanal alemin insafına terk edilmiştir.

Aydınlanmak, sanal âlemde toplumsal ve siyasal koşullara lanet okumak, öfkelenmek, anlık tepkiler göstermek değildir, bilinçle, sabırla, ısrarla doğru bilgiye ulaşarak sisteme “essahtan karşı koymak” ve gerçek çözüm önerileri üzerine düşünmektir.

Verimsiz, sonuçsuz, yararsız ve geçici tatminler sunan sanal eylemlerde, öfke patlamaları, kızgınlıklar ve histerik gösterilerde bulunmak sosyal medyanın modası haline gelmiştir.

Ne diyordu Konfüçyüs? “Karanlığa kızmaktansa, bir ışık yakmak daha anlamlıdır!”

51 görüntüleme

Commentaires


bottom of page