top of page

GERALD RUNKLE: PLATON


Platon'un felsefi sisteminin merkezinde Formlar ya da İdealar doktrini yer alır. Bu doktrin metafizik ve epistemolojiktir; bir temel gerçeklik anlayışı ve bilgi teorisidir. Burada eski kozmologlar tarafından ortaya atılan tüm felsefi sorunlar çözüm bulur. Dahası, öğreti hakikat ve değeri, kozmos ve ahlaki fikirleri bir araya getirmektedir. Platon, tek bir teoride hem doğru olanın hem de doğru olması gerekenin açıklamasını sağlayacak bir gerçeklik tarifi vermeye çalışmıştır. Onun teorisi doğa filozoflarının ve beşerî filozofların çalışmalarının doruk noktasıdır ve birincilerin hatalarından ve ikincilerin şüpheciliğinden kaçınmaya çalışmıştır.


Platon bize varlığın iki âlemi olduğunu söyler. Biri zaman ve mekân âlemidir. Bu, renklerin, seslerin ve kokuların ya da kayaların, bitkilerin ve hayvanların dünyasıdır. Bu dünyadaki nesneler duyu organları tarafından algılanır. Değişim ve dönüşüm durmaksızın gerçekleşir. Herakleitos aynı nehre iki kez girilemeyeceğini söylerken haklıdır. Hiçbir şey daimi değildir ve bilgiden ziyade sadece fikir/zan/kanaat mümkündür.


Diğer âlem zaman ve mekânın dışındadır. Bu alem Formlar/İdealar alemidir. Buradaki nesneler zihin tarafından kavranır. Mükemmel bir istikrar vardır: hiçbir şey değişmez. Kişi aşağı dünyada belirli atları görürken, yukarı dünyada at-olmanın özünü kavrayabilir. Uzay ve zamansal bir ortamda asla mükemmel bir üçgen göremez ama kusursuz üçgenliği tasavvur edebilir. Dört-lülüğü asla göremez ama onu düşünebilir.


Bilgi değişen tikellerle değil, kalıcı tümellerle ilgilidir. Eğer düşünce kavramlarla yürütülüyorsa, gerçek bilginin (fantezi ya da hayal gücünden ziyade) mümkün olabilmesi için bu kavramların nesneleri olmalıdır. Platon'a göre bu nesneler Formlar ya da İdealardır. Örneğin, sıradan dünyada gözlemlenebilecek cesur eylemler vardır, ancak yalnızca Formlar dünyasına dair içgörü bize gerçek cesaretin kendisinin bilgisini verebilir. İnsanlık, iyilik ve güzellik gibi özler için de bilinebilir Formlar vardır. Formlar algılanmalarından bağımsız olarak var olurlar. Duyu deneyimi bize Formları işaret edebilir ama onları ne idrak eder ne de oluşturur.


Eğer varsa, bu iki dünya arasındaki ilişki nasıldır? Platon birkaç tane önermektedir. Bunlardan biri "katılım" dır. Alt dünyadaki şeyler ve olaylar Formlara "katılır". Aşağıdaki alemde yer alan nesneneler, sahip olabilecekleri ikinci dereceden gerçekliği, yegâne gerçek olan Formlardan alırlar. Formlar gerçekliğin özüdür, diğerleri ise sadece onların gölgeleridir.


Platon tarafından kullanılan bir diğer ifade de " taklit etme "dir. Nesneler Formları "taklit eder". Meşe ağacı münasip Formun mükemmelliğine erişemez ama ona cezbolur ve onun benzerliğini arzular. Bu düşünceye göre doğa teleolojiktir; yani kusurlu dünya kusursuz dünya gibi olmaya çabalar. Kazanacağı değer ya da gerçeklik, bunu ne ölçüde başardığıyla ölçülür. Formlar dünyasının çabalaması gerekmez; o zaten mükemmeldir ve değişmez bir ebediyet içinde varlığını sürdürür.


Dünyevi ve ideal alemler arasındaki ilişkilere dair daha ilginç bir spekülasyon ruh kavramı üzerinde yoğunlaşır. İnsanın bedeni elbette fizikseldir ve alt dünyada yer alır. Ancak ruhu daha muğlak bir konumdadır. Ruhun genellikle duygusal fonksiyonlarında olduğu gibi istek ve arzu fonksiyonları da doğrudan bu dünyadaki şeylere yöneliktir, ancak ruhun akıl yürütebilen yetisi çoğunlukla yüksek dünyada yer alır. Gerçekten de Platon onun bedene hapsedilmeden önce bir zamanlar orada ikamet etmiş olabileceğini öne sürmüştür. Dolayısıyla gerçek dünya hakkında bildiği pek çok şey bir hatırlama durumudur. Platon ruhun ölümsüz olduğunu savunmuştur. O halde, ölüm onu bedenden kurtardıktan sonra Formlar alemine geri dönmesi oldukça muhtemeldir. Platon'un Sokrates'e söylettiği gibi, bir filozof hayatı boyunca ölüm işiyle uğraşır - ideal dünyanın değişmez özlerini düşüncelerinde yeniden canlandırmaya çabalarken bu dünyanın cazibesine ölür.


Platon'un yazılarında dinle ilgili tutarlı tek bir açıklama yoktur. Bazen Tanrı'dan büyük bir ruh ve iki dünya arasındaki aracı olarak bahsetmiştir. Ruh, ister insanda ister Tanrı'da olsun, aktif ve yaratıcı olduğu kadar düşüncelidir de. Nitekim kaosa düzen getiren ve varlık-olmayanı Varlık âlemindeki Formlara benzer ve onları model alan yapılar halinde şekillendiren Tanrı ya da tanrılardır. O halde dünyanın varoluşunun bir nedeni vardır; ve mükemmel planlardan yapılmış olduğu için dünyanın kendisinde de bir neden vardır.


İyi, Doğru ve Güzel

Formlar dünyasındaki akılsallık mutlaktır, çünkü Formlar baştan sona mantıksal olan bir hiyerarşi içinde var olurlar. İnsan ruhu hakikate açtır ve onu Formu kavradığında bulur. Hiyerarşinin en tepesinde, tüm yapıyı düzenleyen İyi'nin Formu yer alır. Formların mantıksal yapısı, matematiksel bir sisteminki gibi, güzeldir; ve İyinin Formu, nihai anlaşılabilirliği nedeniyle, saf güzelliğin özüdür. Gerçek filozof ya da bilgelik aşığı, bu Formlara sahip olmayı ve bu süreçte kendini ölümsüzleştirmeyi amaçlar. En gizli özünü tatmin ettikleri için onların güzelliğinden etkilenir ve onları iyi bulur. Saf iyiliğin, hakikatin ve güzelliğin kavranması nihayetinde mistik bir deneyim gerektirir. Ancak insan bunu gerçekleştirirken gerçekliğin iyiliğini ve tüm gerçek dünyanın rasyonel amacını anlar. Bunu ifade etmenin bir başka yolu da şudur: Her zaman iyiyi arayan ve güzeli seven insan, kavramsal bilgi aracılığıyla her ikisini de en yüksek derecede bulabilir ve bunu yaparken en derin özlemini tatmin eder ve en büyük mutluluğuna ulaşır. O halde Platon'un idealizmi, mükemmel bir şekilde iyi olan, güzelliğiyle cezbeden ve insanın akleden ruhu tarafından bilinebilecek gerçek bir dünya doktrininden ibarettir. Fizik, bu "aşk bilimi" ile kıyaslandığında, değersiz bir uğraştır. Çünkü hareket halindeki madde ideal dünyanın amaçlarını sadece belli belirsiz yansıtır. Orada rastlantılar ve saçmalıklar, gariplikler ve sapkın etkenler vardır. Doğa bilimci ağaçların sonbaharda yapraklarını nasıl döktüğünü keşfedebilir; ama Formlar aleminin amaca yönelik rasyonalitesini anlamadan bunun nedenini açıklayamaz. Dahası, istisnasız geçerli olan hiçbir yasa ve genel geçer kural yoktur. Doğa hakkında gerçeği arayan birinin ulaşabileceği en iyi şey, olayların teleolojik olmaktan ziyade mekanik ve kesin olmaktan ziyade yaklaşık bir açıklamasıdır. Onun hakikati " ikiye bölünmüş çizginin " alt yarısındadır: bilgiden yoksundur, sadece fikirdir. Sonuç olarak, yalnızca Formlar dünyası bilinebilirdir. Fiziksel dünyada bulunan akledilebilirlik türevsel ve sahtedir.


SİYASET TEORİSİ


Formlar dünyasında mutlak adalet de vardır. İnsanların dünyasında asla kusursuz adalet sağlanamayacak olsa da, bunun için çabalamaya değer. İdeale asla ulaşılamayacak olsa da, bireyler ve toplumlar ona mümkün olduğunca yaklaşmalıdır. Platon ünlü mağara efsanesinde filozofun düşünmenin yanı sıra eyleme de geçmesi gerektiğini belirtmiştir. Eğer daha iyi bir toplum olsaydı Sokrates'in ömrü on yıl kadar daha uzun olabilirdi. Yoksulluğu ve ordudaki çöküşü önleyebilir ve en önemlisi, daha fazla insanın filozof olabileceği, yani daha fazla insanın ideaların bilgisini arayabileceği bir ortam sağlamış olurdu.


İyi Devlet


Devlet adlı eserinde iyi devlet sorununu incelemek için kişisel ahlak sorununu bir kenara bırakması Platon’un siyaset teorisine verdiği önemi gösterir. "Orada adaleti daha büyük oranlarda, kolayca anlaşılır bir şekilde bulabiliriz." İyi bir devlette mevcut olan adaletin, iyi insanda mevcut olan adalet için bir analojiden daha fazlası olduğu ortaya çıkar, çünkü Platon sonunda iyi insanın iyi devlete en uygun katkıyı yapan kişi olduğu sonucuna varmıştır. O halde, toplumsal adalet kavramı bireysel adalet kavramından daha temeldir.


Toplum, düzgün bir şekilde oluşturulmuş ve yapılandırılmışsa, kendi kendine yeterlidir. Bununla birlikte birey, ne kadar elverişli bir donanıma sahip olursa olsun, böyle değildir. Toplum hayatta kalabilmek için, temel tarımsal ve mamul ürünleri sağlayan işçilere, saldırganlara karşı koruma sağlayan ve kendileri de saldırgan eylemlerde başarılı olabilecek savaşçılara ve "belirli bir çıkarı değil, bir bütün olarak devletin iç ve dış ilişkilerinde mümkün olan en iyi şekilde yönetilmesini düşünen" yöneticilere ihtiyaç duyar. Devlet, bu sınıflar uyumlu bir şekilde birlikte çalıştığında, her grup kendisine en uygun görevi yerine getirdiğinde adil olur. Hiçbir birey ve hiçbir sınıf diğerinin işlevlerini ve ayrıcalıklarını gasp etmez. Adil devlet aynı zamanda mutlu devlet olacaktır, çünkü mutluluk insan yeteneklerinin uyumlu bir şekilde hayata geçirilmesinin doğal bir sonucudur.

Toplum bir bütün olarak adalet erdeminin yanı sıra ölçülülük, cesaret ve bilgelik erdemlerine de sahiptir. Ölçülülük işçi sınıfında, cesaret savaşçı sınıfta, bilgelik ise yönetici sınıfta elde edilir. Bununla birlikte, bu belirli erdemleri belirli bir sınıfın mensuplarına özgü olarak görmek bir hatadır. Eğer öyle olsaydı, Platon'un etiği ve siyaseti birbiriyle umutsuz bir çelişki içinde olurdu. Platon'un etiği, toplumsal adaleti örnek alarak, fiziksel dürtüleri ve iştahları ılımlı bir şekilde ifade edilen, coşkulu ve tutkulu doğası cesur bir şekilde ortaya konan ve akılcı doğası bilgelik içinde sergilenen çok yönlü bir insanı gerektirir. Akıl diğer kısımları yönetir, tıpkı yöneticilerin topluluktaki diğer sınıfları yönetmesi gibi. Siyaset, işlev açısından uzmanlaşmayı gerektirirken, çok fazla uzmanlaşma etiği zedeleyecektir.


Muhafızların (savaşçılar ve yöneticiler) ölçülülüğü işçilerinkinden farklı bir düzendedir. Onlar için bedensel zevkler vardır ama bunlar özellikle Spartalı bir yaşam içinde deneyimlenmelidir. Ayrıntılı tensel zevkler olmadan yaşayabilmeleri için eğitilirler. Herhangi biri bu "yoksunluklarla" yetinmezse, bu onun muhafız olmak için gerekli malzemeden yoksun olduğunu kanıtlar. Yöneticiler savaşçılardan daha üstün niteliklere sahiptir, ama onlar da cesurdur. Yöneticiler yalnızca ölçülülükleri ve cesaretlerinin zaten kanıtlanmış olduğu aynı muhafız sınıfından seçilmekle kalmazlar, aynı zamanda devlet işlerinin yürütülmesinde savaş alanında ortaya çıkandan biraz daha farklı bir cesaret biçimi sergilerler.


Platon'un teorisiyle tutarlı olarak, yüksek sınıflar düşük erdemlere sahip olabileceği gibi, düşük sınıfların da yüksek erdemlerden pay alabileceğini iddia etmek mümkündür. İşçiler tehlikeli işler yaparken ve diğer devletlerin işçileriyle ticaret yaparken cesur olabilirler. Bilgelikleri, onları Formlar alemindeki en yüce özlere taşımasa da, en azından ölçülülüğün doğasını ve sınırlarını kavramalarını, iyi ürün,iyi at yetiştirmelerini,iyi ayakkabı yapmalarını sağlayacak ve adalet kavramını anlamalarını sağlayacak kadar büyük olmalıdır ki, üstlerine itaat etsinler ve görevlerini devletin yararı için iyi bir şekilde yerine getirsinler. Savaşçılar da, gerçek cesareti tanımalarını ve ona saygı duymalarını sağlayacak oldukça ileri bir bilgelik türünü hedeflemelidir. Onların eğitimi elbette büyük bir entelektüel çaba gerektirir.


Adaletin "her bireye hakkını vermekten" daha öte bir şey olduğu unutulmamalıdır. Adalet, bireyin kişiliğini tam anlamıyla geliştirebilmesi için ihtiyaç duyduğu şeyleri ona sağlamaktır. Platon bu konuda etik konusundaki tutumuyla uyum içindedir. Örneğin kötü bir şarkıcı kötü şarkı söylediği için cezalandırılmamalı, aksine iyi şarkı söylemesi için ona yardım edilmelidir (ya da eğitilmelidir). Herkes aynı yeteneklere sahip değildir, ancak her biri en iyi yapabildiği şeyi yapmaya ve yapmayı öğrenmeye teşvik edilmelidir.


Platon'un teorisi Yunanlıların çok yönlü gelişim idealini tamamen reddetmemiştir. Bununla birlikte, farklı insanlarda farklı yeteneklerin var olduğunu ve "çok yönlü" olmanın aldığı biçimin insandan insana değiştiğini kabul edecek kadar gerçekçiydi. Yönetme görevi için özel yeteneklerin gerekli olmadığına inanmak demokrasinin bir hatasıdır. Eğer bir hekim için özel yetenek ve eğitim gerekliyse, bir yönetici için daha da fazlası gereklidir. Dahası, Platon insanların bazı niteliklerinin diğerlerinden daha asil olduğunu ve bu niteliklerin baskın olduğu insanların bu niteliklere sahip olmayanlardan daha üstün olduğunu kabul etmiştir. Özellikle filozoflar "çoklu tutumun çılgınlığından" korunacaktır. Yeni toplumda bir yerleri olacaktır; artık "vahşi hayvanlar arasına düşmüş bir adam [Sokrates?]" gibi olmayacaklardır. Adil olması gereken her devletin yöneticileri, felsefi bilgelikleri sayesinde hem Formlar aleminde bir araya gelebilmeye hem de toplumun refahı için düşünmeye muktedir olan bu üstün insanlar olmalıdır. Akıl ve otorite sonunda bir araya getirilmiştir.


Platon'un teorisinde devlet, tüm insanların sahip olduğu en iyi şeyi talep eder. Devlete hizmet ederek tüm insanlar en yüksek potansiyellerine ulaşır ve maddi ihtiyaçlarının yanı sıra güvenlik içinde yaşar ve aydınlanmış bir yönetime sahip olurlar. Ancak bireysel ve toplumsal refahın ortak sorununa getirilen bu düzgün çözümün kalıcı olması için hiçbir şey şansa bırakılamaz. Felsefi olarak kurgucu olan yöneticiler, pratik liderliklerinde de sert olmalıdır. İnsan yaşamının teokrasi, oligarşi ya da demokrasiye yol açabilecek her yönü onların kontrolü altında olmalıdır. Eğitim, eğlence ve sanat yoluyla vatandaşların ne yapmaları gerektiğini bilmeleri ve bunu yapmaya devam etmeleri için her türlü özen gösterilmelidir. Şayet ideal devlet (ya da bunun makul bir kopyası) bir gün gerçekleşecek olursa, geçmişin Altın Çağı'nda olduğu gibi dağılmasının yaratacağı trajedi her ne pahasına olursa olsun önlenmelidir. Bireylerin devlete, devletin de bireylere ihtiyacı vardır. Onları bir araya getirmek ve her ikisine de fayda sağlayacak şekilde bir arada tutmak filozofların en yüksek idealidir.



Eğitim


Yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda bebeklikten elli yaşına kadar sağlam bir kamu eğitimi sisteminden daha önemli hiçbir şey yoktur. Eğitim, insanları doğru davranışlara yöneltmede yasalardan daha etkilidir; vatandaşlarına sistematik ve kapsamlı bir eğitim sağlayan herhangi bir devlette ayrıntılı bir yasal sisteme bile gerek yoktur. "Devlet bizi adalete ulaştıracak bir okul öğretmenidir." Dolayısıyla eğitim yalnızca pratik beceriler ve entelektüel gelişim değil, aynı zamanda ahlaki eğitim de sağlamalıdır. Platon, sanatın, öğrencinin iyi toplum hakkındaki bilgisini ve bu toplum hakkında hissetmesi gereken duyguları yozlaştırabilecek tüm yönlerini dışlamaya çok dikkat etmiştir. Atina'nın kültürel mirasının büyük bir kısmı böylece dışlanmıştır. "Sanat için sanat", insan ruhunun doğru gelişimi söz konusu olduğunda saçma bir slogan olarak kabul edilmiştir.


Alt müfredatta sanatın (müzik, edebiyat ve heykeltıraşlık) yanı sıra jimnastik de yer alıyordu. Jimnastik dayanıklılık ve cesaret için gerekli olan çeviklik, güç ve irade gücünü sağlar. İki yıllık yoğun bir askeri eğitimle doruğa ulaşacaktır.


Böylece genç, ilk yirmi yıl boyunca Formlara sadece dolaylı olarak maruz kalır. Daha sonra, daha yüksek bir müfredattan faydalanabilecek erkek ya da kadın, gelecek vaat eden tüm öğrencileri ve askerleri seçme zamanı gelir. Otuz yaşına kadar bilim öğrenimi görürler; matematik ve astronomide Formları daha doğrudan incelerler. Bu dönemde asker ya da devletin diğer hizmetkârları olarak da deneyim kazanırlar. Başarılı olanlar bir sonraki aşamada, düşünce ve eğitim sisteminin " yapısının temel taşı " olan diyalektik çalışmalarına başlarlar. Böylece Formlar arasındaki ilişkiyi ve tüm örüntünün İyi'nin Formu tarafından nasıl düzenlendiğini öğrenirler.


Beş yıllık diyalektik eğitiminden sonra öğrenciler (artık yaklaşık otuz beş yaşındaydılar) değerli pratik deneyimler kazanmak için askeri komutan ya da sivil memur olarak devlete hizmet etmeye hazır hale gelmişlerdir. Sonunda, "elli yaşına geldiklerinde, eylem ve öğrenimin her noktasında en başarılı olduklarını kanıtlayanlar hedefe ulaştırılmalıdır. Her şeye ışık tutan şeye bakmak için ruhun gözünü açmalılar; ve iyinin kendisini gördüklerinde, onu kendileri de dahil olmak üzere devletin ve bireyin doğru şekilde yönetilmesi için bir model olarak almalıdırlar."

Nihayet yönetici olarak tasdik edilirler ve daha fazla muhafız yaratmak gibi önemli bir eğitim misyonu da dahil olmak üzere devleti yönetme yükünü üstlenebilirler. Ancak her şeyden önce filozoflar olarak sadece kamu görevi gerektirdiğinde ara verecekleri çalışmalarına devam etmelidirler: "Zamanlarının çoğunu ders çalışarak geçirecekler; ancak hepsi kamu hayatının zahmetli görevlerinde sırayla yer alacak ve bunu bir ayrıcalık olarak değil, kaçınılmaz bir görev olarak görerek ülkelerinin iyiliği için Yönetici sıfatıyla hareket edeceklerdir." Platon için ne liderlik ne de toplumun hayatta kalması kendi içinde bir amaçtı. Şanslı azınlık için en yüksek iyi, felsefi tefekkürdü.


Koruyucuların (Muhafızların) Hayatı


Platon'a göre, iyi toplumun korunması için eğitim kadar önemli olan bir diğer konu da koruyucu sınıfların yaşam tarzlarıydı. Platon, Yunan toplumlarındaki çatışmalardan derinden etkilenmişti: Demokratik partiler zenginliğe ulaşmaya, oligarşik partiler zenginliği korumaya ve artırmaya, bireysel tiranlar ise elde edebildikleri kadarını elde etmeye çalışıyordu. Platon'un siyaset ve ekonomi sorununa getirdiği radikal çözüm, iktidar ve mülkiyeti birbirinden tamamen ayırmaktı.


Bu nedenle koruyucular ne altın, ne toprak ne de ev sahibi olarak komünist gibi yaşamalıydı çünkü mülk sahibi olmak en iyi ihtimalle dikkat dağıtıcı, en kötü ihtimalle de sahip olduklarını artırmak için siyasi gücü kullanmayı kışkırtan bir unsurdur. Gardiyanlar barakalarda yaşayacak ve ortak bir sofradan pay alabileceklerdir. Devlet ihtiyaç duyacakları birkaç maddi gereksinimi sağlayacaktır. O halde bu, bolluktan ziyade bir yoksunluk komünizmiydi. İnsanın iştahını tatmin etmekten ziyade insanın riyazet yetenekleri için tasarlanmıştı. Koruyucuların ruhani, yönetimsel ve tefekkürsel eylem potansiyelleri fiziksel dürtülere dayanmıyordu. Özel mülkiyetten kaçınırlarsa hem kendi en yüksek seviyelerine ulaşmaları hem de toplumlarına daha iyi hizmet etmeleri daha olasıydı.


Koruyucuların yaşam tarzının bir başka çarpıcı özelliği de normal aile bağlarının olmamasıydı. Eşler ve çocuklar bir arada tutulacaktı. Platon, yöneticilerin cinsel birleşme koşullarını nasıl düzenleyeceklerini ve çocuklara nasıl bakacaklarını anlatmıştır. "Yurttaşları iyi bir yaşam süren bir devlette kuralsız birliktelik gibi her türlü şey saygısızlık olur." Ne ebeveynler kendi çocuklarını ne de çocuklar ebeveynlerini tanır. Bu uygulama ile üç amaç gerçekleştirilecektir. Bunlardan ilki komünizmin amaçlarından birine benzer: veliler kendi aileleri için kaygı duymaktan kurtulacak; kendi ailelerinin çıkarlarını tüm toplumun çıkarlarından üstün tutma hevesine kapılmayacaklardı. İkinci hedef, geleneksel ailede var olan sevgi ve saygı duygularını bir bütün olarak koruyucular topluluğuna aktararak toplumsal birliği güçlendirmekti. Basitleştirmek gerekirse, aynı yaştaki insanlar birbirlerine "kardeş", büyüklerine "anne-baba", küçüklerine ise "evlat" diyeceklerdi. Üçüncü hedef, hayvan yetiştirmede kullanılan yöntemlerden yararlanarak en iyi insan örneklerinin çoğaltılmasını sağlamaktı. "Sürümüzü en yüksek mükemmellik seviyesinde tutmak istiyorsak, her iki cinsiyetin en iyilerinden mümkün olduğunca çok, daha düşük olanlarından ise mümkün olduğunca az sayıda birleşme olmalı ve ... sadece daha iyi birleşmelerin yavruları korunmalıdır. Ve yine, Yöneticiler dışında hiç kimse tüm bunların nasıl yapıldığını bilmemelidir; aksi takdirde Muhafız sürümüz isyankâr hale gelebilir."


Filozoflar Yönetimi


Platon, eğitim, komünizm, eşlerin ve çocukların ortaklığı gibi kurumsal güvencelere ek olarak, toplumun ilgili her yönünün yönetici sınıf tarafından mutlak kontrolü konusunda ısrar etmiştir. Gerçekten de Devlet'in en çarpıcı yanı Platon'un yönetici sınıfa duyduğu güvendir. Bu insanlar yetenekleri ve eğitimleri sayesinde diğerlerini yönetebilecek yetkinliğe sahiptir. Yunanistan'ı çok kötü yönetmiş olan iş adamları, generaller, tüccarlar, demagoglar ve oligarkların yerini, süfli tabiatlarını aşmış ve felsefi bilgeliğe ulaşmış insanlar alacaktı. Sokrates'in öğrettiği gibi, bilgi erdemle eşdeğerdi; bu nedenle adaletin en iyi garantisiydi. Platon'un yöneticileri iyi niyetli amatörlerden daha üstün olacaklardı, çünkü belirli bir görev için uzun bir eğitim almış olacaklardı. Aynı zamanda acımasızca etkin olan fırsatçıdan da üstün olacaklardı, çünkü İyi'nin Formuna dair bir vizyonla aşılanmış olacaklardı. Bu nedenle Platon, filozofların hem yetkin hem de sorumlu olacaklarından emindi. Böyle bir liderliğe devletler daha önce hiç sahip olmamıştı. Bu liderlerin sahip olacağı güce hiçbir lider sahip olmamıştı.


Dolayısıyla yöneticiler üzerinde ne anayasal kısıtlamalar ne de halk denetimi olacaktı. İnsanların yerine yasaların hükmetmesi gerektiği şeklindeki aziz Yunan fikri Platon tarafından bir kenara bırakılmıştır, çünkü Platon hukukun genellikle gelenek ve görenekten başka bir şey olmadığına inanmıştır. Akıl, yasa olarak ifade edilen yetersiz gelenek görenek yerine geçerli olmalıdır. Bilge adamlar yasayı bir kenara bırakıp fermanla hükmedebilirler. Akılcı bir içgörü ile yönettikleri doğrudur. "Vatandaşların" (eğer böyle bir terim kullanabilirsek) idarecilerinin bildiği muteber hakikate tabi oldukları doğrudur, ancak aslında tabi oldukları kişiler idarecilerin kendileridir. McHwain şöyle yazıyor;


Yasalar tanımları gereği genel kurallardır: genellikleri aynı anda hem özleri hem de temel kusurlarıdır çünkü genellik bir ortalamayı ima eder ve bu tür kurallar her zaman ortaya çıkan istisnalara, her şeyi bilen bir yöneticinin sınırlandırılmamış sağduyusu ölçüsünde asla cevap veremez. En iyi ihtimalle bu katı kurallar, yalnızca hiçbir zaman var olmamış ve var olamayacak bir "ortalama insanın" hakkını değil, her insana hakkını hatasız bir şekilde vererek gerçek adalet testini karşılayan bilgeliğin esnekliğinden çok daha yetersiz, üstün körü oluşturulmuş kurallardır. Bu nedenle Platon için bilgece bir takdir yetkisi, yasanın katı ceketinden daha üstündür.


Platon için önemli olan, toplumun üyelerinin sistemin mükemmelliğinin farkına varmasıydı. Sistemin keyfi olarak yukarıdan dayatıldığı düşünülmemeliydi. Sistemin rasyonelliği yüksek sınıflar için belirgin hale getirilebilirdi, ancak felsefi düşünmeyen işçiler açısından bir sorun vardı. Platon bu nedenle, kendini eleştirenlerin propaganda olarak adlandırmakta acele ettikleri popüler ikna yönteminin kullanılmasını savunmuştur. " Soylu yalanlar " gönüllü tebaalar yaratır. "Metaller efsanesi", sosyal sistemin işbirlikçi kabulünü sağlamak için önerilen rasyonel olmayan araçların en dikkate değer olanıdır.


Geç Dönem Yazıları


Platon yaşlandıkça, birbiriyle tutarlı olan ancak Devlet'teki gençlik görüşleriyle bir uzlaşmaya işaret eden iki inanca sahip olmuştur. Bunlar (1) hukukun büyük önem taşıdığı; (2) mükemmel olmaktan biraz daha uzak olan devletlere dikkat edilmesi gerektiğidir. Bu fikirler Devlet Adamı ve Yasalar'da göze çarpmaktadır. Devlet Adamı'nda, ideal ya da mükemmel devletleri tartıştıktan sonra, gerçek devletler arasında gerçek bir ayrım yapmıştır: iyi olanlar (sınırlı monarşi, aristokrasi, ılımlı demokrasi) hukuka dayanır ve bu hukuka itaat eder; kötü olanlar (tiranlık, oligarşi, aşırı demokrasi) hukuktan bihaberdir." Yasalar'da şöyle yazmıştır: "İnsanoğlu ya kendine bir yasa koymalı ve yaşamlarını buna göre düzenlemelidir ya da vahşi hayvanların en vahşisinden daha iyi yaşamamalıdır ve bunun nedeni de şudur. Hiçbir insan yoktur ki, doğal yetenekleri sayesinde hem bir topluluk olarak insanlık için neyin iyi olduğunu fark edebilsin, ve hem de bu iyiliği kavradığında onu uygulamaya koymaya istekli ve muktedir olsun. O halde Yunanlılar haklıydı; hukukun egemenliği, insanların egemenliğinden daha iyidir ve toplumsal deneyimin bilgeliği, bazı filozofların bilgeliğinden daha iyi olabilir! Platon'un artık "ikinci en iyi" devletle ilgilendiği açıktır. Sosyal tarihe daha fazla ilgi göstermesi, Atina ve Sparta'nın siyasi kurumlarının çoğunu hukuk devletine dahil etmesi, mevcut devlet biçimlerini daha ayrıntılı sınıflandırması, demokratik ilkenin oligarşik ve monarşik olanlarla birlikte bir yere sahip olduğu bir "karma anayasa" tanımlama girişimleri ve özel mülkiyeti ve özel aileyi savunması, Platon'un sonraki çalışmalarının giderek daha realist olduğuna tanıklık ederler.


Ancak Platon aklın yerine tümüyle hukuku koymaya hiçbir şekilde hazır değildi, çünkü Yasalar'da ayrıntılı bir şekilde anlattığı ikinci en iyi devlet hâlâ Yunanistan'ın bildiklerinden çok farklıydı. Anayasası kesinlikle mevcut gelenek ve göreneklerin bir yansıması değildi. Dahası, Devlet'te insanların kendilerinden daha üstün kişiler tarafından yönetilmesi gerektiği fikri hâlâ mevcuttu. Bilge yöneticiler geleneklerin ötesine geçer ve gerektiğinde güç kullanırlar. Anayasal kanunla kurulan güçlü Gece Konseyi, hukukun oldukça dışında görünmektedir. Yeni yasalar ilan edebileceği gibi temel yasaları ya da anayasayı da değiştirebilirdi. Platon, hem demokratik hem de oligarşik olan ve görevlilerinin kendileri de yasaya tabi bir "karma anayasa" tarif etmiştir, ancak Gece Konseyi egemen gücün bir nevi nihai deposu gibi görünmektedir.


Devlet yoğun ve dikkatli bir eğitimle iyi bir karakter inşa etmeye çalışır. İnsanlar bir alışkanlık meselesi olarak onurlu olmalıdır; bu alışkanlıklar iyi yasalar ve sıkı yaptırımlar yoluyla yaratılır. Yasa doğru aklı temsil eder (Devlet ve Devlet Adamı'nın ideal devletindeki yöneticilerin doğru bilgiyi temsil etmesi gibi) ve aklın pek çok konuda söyleyeceği önemli şeyler vardır. Mülkiyet, yaralanmalar, aile hayatı, eğitim, din, eğlence ve sanatla ilgili düzenlemeler sonsuz ayrıntılarla açıklanmıştır. Platon iyi insanların yüreklerinde yasa olduğu için akıllıca yasalara itaat etmelerini ister; her yasanın önüne, savunduğu rasyonel ilkenin bir açıklamasını koyar. Ancak ihlallerin cezası hızlı ve kesin olmalıdır.


Özellikle Devlet'te neredeyse yok sayılan din, Yasalar'da büyük bir sosyal ve siyasi öneme sahiptir. Devlet tarafından sıkı bir şekilde denetlenecek ve ateizm ölümle cezalandırılacaktır. "Kötü arzular" "korku, yasalar ve doğru söylem" -ve ayrıca casusluk yoluyla- kontrol altına alınmalıdır. Platon açısından en iyiler her zaman hüküm sürmese de, gelenekler (yeni ya da eski) hüküm sürer ve en az Devlet'teki yöneticilerin fermanları kadar yaptırıma sahiptirler. John Bowle şu ironiye dikkat çeker: Platon "dengeli bir ılımlılığı hedeflese de, bu arzusu öylesine tutkuludur ki, düşüncesini pratikten yoksun ve acımasız kılar." Devlet'te yöneticilerin bilgi temelinde hüküm sürdüklerini, Yasalar'da ise Platon'un bir anayasanın ne olabileceği ve ne olması gerektiğine dair düşünceleri temelinde hüküm sürdüklerini söylemek belki de çok sert olmayacaktır.


Eleştirel Yorum


Şimdi Devlet'in siyaset felsefesine dönelim. Platon'un en bilge ve en iyilerin yönetmesi gerektiği varsayımını sorgulamak zordur. Bununla birlikte, en bilge ve en iyileri tanımak ve eğitmek için özetlenen yöntemlerin sağlam olup olmadığını sorgulamak mümkündür. Ayrıca, insanların çoğunun sosyal ve siyasi sorunlara ilişkin görüşlerinin asla dikkate alınmaması gerekecek kadar toplumsal anlama yeteneğinden yoksun olduğu fikrine karşı çıkmak da mümkündür. Yöneticilerin alt sınıflarla başa çıkma konusunda tamamen özgür bırakılmaları insanı tedirgin etmektedir. Platon'un burada işlerin nasıl yönetileceği hakkında söyleyecek çok az şeyi vardı. En alt sınıftaki yaşam koşullarına karşı kayıtsızlığı, yöneticinin kendisinin daha alt düzeydeki ihtiyaçlarına karşı kayıtsızlığıyla paraleldir. Platon toplumdaki gerçek uyumu tarif etmediği gibi, insan doğasındaki gerçek uyumu da tarif etmekte başarısız olmuştur. Toplumsal etiğinde işçiler yerine koruyucuların yaşam koşullarını, bireysel etiğinde ise arzular ve duygular yerine felsefe ve devlet adamlığını vurgulamıştır. Bununla birlikte, yöneticilerin tüm toplum üzerinde üstün bir güce sahip olması gerektiği açıktır. Bu sonsuz otorite gerekli miydi yoksa Platon'un iki zıt şeye -bütünleşik devlet ve keskin sınırlarla ayrılmış sınıflar- sahip olma çabasının bir sonucu muydu? Ancak en temel soru, Platon'un devletinde insanın çok fazla şeyden vazgeçip vazgeçmeyeceği, yapılandırılmış bir toplumda düzenli bir yaşamın avantajlarının bazı bariz özgürlüklerin kaybını telafi edip etmeyeceği; kısacası, ne kadar zeki ve iyi niyetli olursa olsun, yönetimin dilediğini yapmasına izin verilip verilmeyeceğidir."


Platon hakkında ne tür eleştiriler yapılırsa yapılsın, ki bunlar çoktur, onun sosyal adaletin doğası sorununu kendinden öncekilerin hepsinden daha fazla ciddiye aldığı bir gerçektir. Yunanistan'da çok sayıda siyasi tartışma olduğunu söylemeye gerek yok. Şairlerin ve tarihçilerin yazılarında önemli siyasi fikirlerin ifade edildiği de doğrudur. Platon'un büyüklüğü, siyasi sorunun kökenine inmeye ve felsefi sorunun kendisini gündeme getirmeye istekli olmasında yatar. Devlet'teki amacı mevcut kurumları eleştirmek ya da övmek değildir. Reformları ya da yeni anayasaları savunmuyordu. Bir ütopya bile tarif etmiyordu. İyi devletleri kötü devletlerden ayıran ebedi ilkeleri keşfetmeye çalışıyordu. Platon, Yunan deneyimi ve sofistlerin Yunan yarımadasından uzak yönetimler, yasalar, kurumlar ve toplumlar hakkındaki bilgileri karşısında, her yerde geçerli olacak bir adalet tanımı sağlamaya çalışıyordu. "İdeal devlet" sorusunu ortaya atmak, siyaset teorisinde normatif ilkelerin var olduğunu ve bunlarla nesnel olarak iyi olan bir devletin nesnel olarak kötü olan bir devletten ayırt edilebileceğini iddia etmekten başka bir şey değildir.


Platon gücün hiçbir gerekçeye ihtiyaç duymadığı fikrini reddettiği gibi, gücün hiçbir gerekçesi olmadığı fikrini de reddetmiştir. Siyaset felsefesi, Thrasymachus'un "güç haklı çıkarır" zihniyeti ile anarşistlerin romantik idealizmi arasında bir yerde çalışmalıdır. Herhangi bir hükümet tarafından bireylere uygulanan kısıtlama bazen adil, bazen de adaletsizdir. Platon'a göre, bireylerin gerçek yararına olduğu ve aynı zamanda iyi bir toplumu koruduğu zaman adildir. Platon'un tanımı, bu iki amacı da karşılayacak şekilde örgütlenmiş bir devlete ilişkindir. Platon'un devletinin teoride bile olsa gerçek anlamıyla bireylere hizmet etmemesi ve bireyleri hayali olabilecek organik bir topluma tabi kılması, onun siyasi bir düşünür olarak önemini gölgelememelidir. O doğru soruları sormuştur. Bu sorulara verdiği yanıtlar bazen doğru, bazen de yanlıştır; ama asla alakasız değildir.


Not: Gerald Runkle ‘a ait bu makale Burcu Yanık Leblebici tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

63 görüntüleme

Comentários


bottom of page