top of page
Yazarın fotoğrafıCenk Özdağ

FELSEFEYE BALIKLAMA ATLAMAK


Kitapçıları bir dolaşın. Edebiyattan ve elbette güncel siyasetten sonra en kalabalık rafın felsefe olduğunu göreceksiniz. Ülkenin genel durumuna bakılınca bu şaşırtıcı gelebilir. Gelmesin. Çünkü hepimiz beşikten, hadi diyelim dilimiz çözüldükten, mezara dek felsefi sorulara gark oluyoruz.

Felsefi sorularımızın biraz olsun peşinden gittiğimizde, okumaya da cesaretimiz varsa felsefe kitaplarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Felsefi metin bolluğuyla karşı karşıya kaldığımızda felsefeye giriş kitapları imdadımıza yetişiyor. Bazıları felsefeden gerisin geri çıkmamıza yol açıyor ne yazık ki. Bazılarıysa insanı felsefeyle felsefede boğuyor bir çırpıda. Fakat nadiren bizi felsefeye güvenle bırakıp felsefenin derinliklerine yelken açmamızı sağlıyor. Edward Craig’in kaleme aldığı ve dilimize bendenizin çevirdiği Felsefe Çok Kısa Bir Başlangıç işte bu türden giriş kitaplarındandır. Oxford Üniversitesi Yayınevinden çıkan bu kitabı Türkçe okurla buluşturansa İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınevi’dir. Başta ilk titiz okuru, editörüm Seza Özdemir olmak üzere emeği geçenlere teşekkürler.

Kitabın içinde okuru bir de sürpriz bekliyor. Felsefeyi Türkçe’de popülerleştiren filozoflarımızdan Betül Çotuksöken kitaba bir önsöz kaleme aldı. Ona kulak verelim: “Felsefenin serüveni durumlar arasında duruşlar oluşturan, geliştiren insana, özneye, kişiye tanıklık ediyor. Craig de işte bu tanıklıklara tanıklık eden bir filozof-felsefe tarihçisi; kısacık bir girişte “varlık”la, “bilgi”yle, “eylem”le ilgili engin “düşünme” denizlerine yelken açmak asıl başarı olsa gerek. Edward Craig de bunu gerçekten başarıyor.”

Betül Hocamızın dediği gibi, felsefenin tüm temel sorularını bulabiliyoruz kitapta. Üstelik kitabın dağarcığı Batı’yla da sınırlı değil. Moda terimle “Doğu Bilgeliği”ne de yer veriyor kitap. Baş döndürücü bir hızla dönüştüğümüz ve kendimizi aradığımız bu çağda, “kendimiz” dediğimizin ne olduğunu Doğu bilgeliğinin nazarında ele alıyor Craig. Kral Milinda’nın At Arabası üzerinden Platon’un, Hint rahip Nagasena’nın, hatta Freud’un insanın kendini bilme sürecinde nasıl da aynı sayfalarda dolaştığını görebiliyoruz. Craig keşke Yunus Emre’yi de katabilseydi bu felsefi şölene.

Birçok şeyi, çok kısa bir kitapta ele almasına ek olarak filozofun izleği de çarpıcı. Kitap, insanlığın gözünü felsefeye açtığı soruyla başlayıp felsefeye bütüncül bir bakış attığı ve nihayetinde birbirinden en ayrı uçlara savrulduğu günümüze doğru ilerliyor. Tüm bunların paralelinde felsefe tarihini izliyoruz. Okur, felsefenin ne olduğu sorusundan ne yapmalıya, nasıl bildiğimizden bir şeyleri bildiğini düşünen “ben”in ne olduğuna ilerliyor.

“Felsefeye giriş”in paradoksal yanını da es geçmiyor yazar. Diğer tüm alanlarda, giriş meselesi dışarıdan yapılır. Oysa felsefede felsefeye girişin yapıldığı bir sınır belirlemek başlı başına sorunludur. Felsefeye girmeye çalışırken insan bir bakar ki çoktan içeridedir. Dahası, felsefeye dair konuşmalar felsefeye dâhildir. O yüzden, profesyonel felsefeciler buna ne kadar kahrolsa da, herkes biraz olsun felsefecidir. Ama böyle olunca, yani herkes hâlihazırda felsefedeyse, felsefe diğer her şeyden nasıl ayrılacaktır? İçine girmeye koyulduğumuz ama zaten içinde bulunduğumuz felsefe nedir o vakit? İşte bu soru, bize öyle sorular sordurur ki ister istemez tekrar başa dönüp aynı soruları başka yanıtlarla savuşturarak bir döngüye hapsoluruz. Her seferinde cehaletimiz genişler, sorularımız zorlaşır. Sorular zorlaştıkça insan yalnızlaşır, ama güçlenir de. Üstelik diğer insanlardan güç alması da mümkündür. İşte bu noktada, Craig ilerlemek isteyen okuru yalnız bırakmaz: ileri okumalar da sunar. Böylece okur, kendisinden önce bu şanlı yolda yürümüşlerden destek alabilir.

Felsefeye giriş kitaplarındaki en büyük soruna henüz değinmedim: Ya pek çok konu geçiştirilir ya da yazar kendince önemli birkaç sorunu diğer her konunun önüne koyar. Craig bu iki yola da sapmıyor. Bir akış içerisinde tüm temel sorunları ele alıyor. Felsefenin soru sorma ve sorun çözme becerisini ustaca sergilerken en varoluşsal sancılarımızı es geçmemeyi başarıyor. Genelde birincisine odaklanan analitik felsefeciler ikincisini ihmal ederken; varoluşsal sancılara ve deneyimlerimizin betimlenmesine odaklanan kıta felsefecileri sorun çözmeyi es geçer, hatta hafiften küçümser. Craig, felsefeye dâhil olan bu iki tutumdan birini seçmemekle kalmıyor; ikisine de yer veriyor.

Bu kitabı muhtemelen henüz okumadınız. Ama aslında içindekilere aşinasınız. İşte bu aşinalık gerçek başlangıcınız. Gerçek bir serüven için cesur bir adım atıp kitabı okumalısınız.

Craig’e kulak verelim: “Felsefenin size hepten yabancı diyarlarda olmadığını aklınızdan çıkarmayın: Bir bakıma filozofsunuz zaten… Lütfen yavaşça okuyun. Okumakta olduğunuz, çok uzun bir konu hakkında çok kısa bir kitap. İçine çok şey sığdırmaya çalıştım.” Hele bir de çevirmeni düşünün. Harikulade bir İngilizce’yle söylenmiş bunca şeyi Türkçe yeniden söylemeye çalıştım. Sürç-i lisan ettiysem affola.


77 görüntüleme

Comments


bottom of page