Felsefe Nedir ve Ne İşe Yarar?
Felsefe ve İnanç Sorununa Nasıl Yaklaşılmalı?
Evrensel Sorunlarımız Nelerdir?
Son yıllarda ülkemizde, felsefeye olan ilgi gözle görülür bir şekilde artmıştır. Bunun iki nedeni var. Birincisi toplumsal ve siyasal sorunlarımızın oldukça ağırlaşması ve buna bağlı olarak düşünsel arayışların derinleşmesi; ikincisi ise son yıllarda genç nüfusun ve özellikle de İslam bilimleri ve ilahiyat bölümünde okuyan öğrencilerin, günden güne artan bir şekilde felsefeye merak salması.
Felsefe tarihine baktığımızda büyük filozofların, özellikle siyasi, dini ve kültürel krizlerde ortaya çıktıklarına ve yeni tez ve bakış açısıyla toplumlara yol yol gösterdiklerine tanık oluyoruz.
Felsefe Nedir?
Önce felsefe nedir? Kelime itibarıyla felsefe bilgelik sevgisidir. “Philosophia” iki terimden oluşan bir kavramdır. “Phil”, dostluk, “Sophia” ise, kökeni Mısır gizemciliğine kadar giden bilgelik tanrıçasının adıdır.
Ancak, “bilgelik veya bilgi sevgisi”, çok şey ifade etmez. Bu yüzden felsefeyi, “insanın sınırlı ve kıt bilgisiyle, evrenin sınırsız ve sonsuz bilgisine kafa tutması” olarak ifade etmeyi daha doğru buluyorum.
Peki bu ne demektir?
Bu cümle üç farklı önerme içermektedir.
Bir, insanın bilgisinin kıt ve hep sınırlı kalacağı tezi.
İki, evrenin bilgisinin sonsuz ve hep sınırsız olacağı tezi.
Üç, insanın, evrenin sonsuz bilgisine karşı kafa tutmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceği önermesi. (Yunan mitolojisindeki Sisifos söylencesini bilirsiniz. Tanrılar tarafından cezalandırılan Sisifos, bir kayayı sürekli bir tepeye çıkarır fakat o kaya sonra yeniden aşağıya yuvarlanır. Sisifos bunu bile bile yapar çünkü aslında bununla onu cezalandırmış olan tanrılara kafa tutmaktadır.) İnsan da aynı durumdadır. Evrenin sınırsız bilgisine sahip olamayacağını bile bile evrenin (varlığın) bilgisini bilme ve kavrama mücadelesine atılır. Çünkü hayat, bilgi, düşünme ve mücadeledir.
Peki, insanın bilgisi neden sınırlıdır?
Çünkü evrenin sonsuz bilgisiyle kıyaslandığında insanın hem zihni kapasitesi kısıtlıdır hem de ömrü kısadır. Zihnimizin kapasitesi devasa ve ömrümüz de binlerce yıl sürseydi bile evrenin bilgisiyle boy ölçüşecek durumda olamazdık. Çünkü evrenin yapı taşı olan madde, sürekli hareket halindedir ve her değiştiği anda, kendisiyle birlikte kendi bilgisini değişikliğe uğratmaktadır.
Filozof Herakleitos bunu “bir nehirde iki kez yıkanılmaz” diyerek ifade etmişti. Bununla valığın her an değiştiğini ve yıkandığımız suyun da akıp gittiğini, yeniden nehre girildiğinde başka bir suyla karşı karşıya olduğumuzu söylemek istemişti.
Eğer o su, akıp gitmemiş olsaydı bile yıkandığımız su, eski su olmazdı, çünkü kullandığımız suyun kimyası da her an değişmektedir.
Kısacası bilgimiz, evrenin sonsuz ve üstelik her an değişmekte olan bilgisi karşısında durmaksızın eskidiği için mutlak bilgi karşısında hep sınırlı kalacaktır. Maddesinin değişim hızı bizim bilgiyi edinme hızımızdan kat be kat hızlıdır.
Evrenin bilgisi sonsuzdur ama merakımız da sonsuzdur. Çünkü insan, merak eden, bilgiye ulaşmadıkça rahat edemeyen, sorunlarını deşip sorgulayan ve işin köküne varmayıncaya kadar huzur bulamayan canlı bir varlıktır.
Merak duygusunun kökeninde kuşkusuz bilgiye olan ihtiyaç vardır ve bu da canlı varlıklar açısından sonsuzdur. Yaşam enerjimizin kaynağı da işte bu bilgiye ulaşma arzusudur ki ben buna “bilgisizliğimize sürekli kafa tutmak” diyorum.
Peki, insan felsefeye neden ihtiyaç duyar?
Felsefenin, tarihten gelen bazı temel amaçları ve yöntemleri vardır.
Bunlar:
Bir, emin olmadığımız konular ve durumlar hakkında sorular sormak;
iki, bize söylenen ve emin olamadığımız herhangi bir şeyin niçin öyle değil de başka türlü olacağına ilişkin şüphe duymak;
üç, doğruluğundan şüphe edilen iddiaları, bir de yeni bilgilerle akıl süzgecinden geçirmek;
dört, içinde yaşanılan ve çoğunlukla memnun olunmayan mevcut durum hakkında geleceğe ilişkin tezler ortaya atmak.
Kısacası sorular sormak, şüphe duymak, akla başvurmak ve geleceğe ilişkin tezler ileri sürmek, felsefenin amaç ve yöntemlerini ifade eder.
Dikkat edilirse, her insan kendi yaşamını sorular sorarak, şüphe duyduğu konuları araştırarak, bunların yaparken de akla başvurarak ve gelecekte nasıl bir durumda olmak istediğine ilişkin düşünceler geliştirerek inşa eder.
Felsefe ne işe yarar?
Felsefe bize en başta soyutlamayı öğretir. Yani kavram üretmemizi sağlar.
Peki Soyutlama nedir? Soyutlama, düşünmeyi kolaylaştırmaktır. Onlarca ağaç çeşidini saymamak için “orman” terimini kullanırız. Ya da Ayşe, Can, Emel, Deniz gibi isimleri saymamak için topluca “insan” deriz. Kavramlar yaratarak düşünmeyi yalınlaştırmış ve kolaylaştırmış oluruz.
Felsefe bize kavramları nasıl kullanmamız gerektiğini öğretir. Olay ve durumları, bize göründüğü gibi değil, derinde yatan anlamıyla değerlendirmeyi öğretir.
Felsefe bize karmaşık gözüken sorunlarımızı belli bir sıralama içinde ele almayı, önce en önemlisinden başlamayı ve ikinci önemde olanların kendiliğinden çözüleceğini kavratır. Yani felsefe bize sistemli düşünmeyi ve bizi meşgul eden sorunları sistemli bir şekilde ele almayı öğretir. Felsefe, düşünmenin aslında bir ustalık işi olduğunu, neyi, nasıl ve hangi yöntemle ele almamız gerektiğini öğretir.
Dolayısıyla felsefe bize konuların nasıl basitleştirilebileceğini kavratır.
Ayrıca felsefe bize, yaşamın nasıl anlamlı veya anlamsız olacağını da öğretir. Bize değerler sisteminin önemini kavratır.
Felsefe bize zamanı değerlendirmeyi ve planlamayı öğretir.
Kibirli ya da mütevazı olmak?
Açgözlü ya da cömert olmak?
Gaddar ya da vicdanlı olmak?
Tüketim hastası olmak veya olmamak vb. değerler sisteminde doğru olanı seçmeyi öğretir.
Kısacası felsefe, etik değerlerimizin doğru olup olmadığını, doğru değilse ne tür değerler edinmemiz gerektiğini kavratır.
“Ruhumuz bir savaş alanı gibidir” der Halil Cibran. Mantığımız, tutkularımız, arzularımız ve amaçlarımız çoğunlukla birbirine karışır. İşte felsefe bize, bu karmaşık durumdan çıkmaya yardımcı olur.
Felsefe ve İnanç Sorunu
İnsanlar neden inanır? Bunu açıklayabilmek için biraz geriye gitmemiz gerekir.
Hayvanların bilincinde, “doğa” ve “biz” kavramı yoktur.
Onlar böyle bir ayrım yapmazlar. Yani doğanın bağrında ona yabancılaşamadan yaşarlar.
İnsanlar ise doğaya yabancılaşarak, yani onun bir parçası olmakla birlikte onunla özdeş olmadıklarını kavrayarak ondan uzaklaştılar.
İnsan beyni, metafizik üreten bir alettir. Peki bu ne demektir?
Olmayanı düşünmek, yok olanı ise varmış gibi sanmak.
Sanatın, rüyaların, edebiyatın, mitolojinin, dinlerin, masalların, gelecek tasavvurlarının kökeni buradadır.
Olmayanı düşünen ilk insan, anlattığı masallarla, hikayelerle, söylencelerle başkaları üzerinde nasıl etkili olduğu görmüştür.
Bu etkinin gücüdür ki insan hayret eder, merak eder, öfkelenir, rıza gösterir, harekete geçer veya biat eder.
İnsan bu etkinin sadece canlı varlıklar değil, cansız varlıklar üzerinde de etkili olacağını düşünmüştür. Bu yüzden her varlıkta, görülemeyen, hissedilemeyen bir ruh aramıştır.
Şamanlardan biliriz. Ağaçlarla, kartallarla, rüzgarla ve atlarla konuşurlar. İlahilerle, şarkılarla, dualarla onları kendilerine boyun eğdireceklerini varsayarlar.
Onlara şükreder, onlara öfkelenir, onlara biat ederler. Ama onlara dua yoluyla dileklerini kabul ettireceklerini de sanırlar. Kısacası insan, hayvanlar aleminden kendine tanrılar yaratarak uzaklaşmıştır.
Tanrı nedir?
En iyi, en mükemmel, en yaratıcı, en kusursuz varlık değil midir?
İnsan hep en kusursuz, en yaratıcı ve en iyi varlık olmak istemiş ve böylece ideal bir varlığı kendine idol yapmıştır.
İlerleyen süreçte bu düşünce önce çok tanrılı ve ardından da tek tanrılı dinlere evrilmiştir. Dinler, özellikle de semavi dinler, imparatorlukların ideaları olarak ortaya çıktılar. Dinlerin temelinde, ilahi yasalarla gerekçelendirilmiş ahlaki ilkeler (öldürmeyeceksin, zulmetmeyeceksin, yetim hakkı yemeyeceksin, zina etmeyeceksin vb.) bulunur. Hem Yahudilik, hem Hıristiyanlık hem de İslam dini bu ilkeler üzerine kuruluğunu ileri sürer.
Dinler, ortaçağ imparatorluklarının fetih politikalarının gerekçesi olarak belli bir yere kadar etki alanlarını genişletmişlerdi. Bu yüzden sadece bir kavmin ya da bir bölgenin değil, bütün insanlık aleminin dinleri olduklarını ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla insanlığın evrensel sorunlarının nihai çözümünün de, dinlerde yattığını söylemişlerdir.
Ancak ne kölelik ne zalimlikler son bulmuştur. Aksine fetihlerle birlikte bunlar daha da artmıştır.
Başta vaat edilen iddialar, önemli ölçüde boşa çıkmıştır.
Bugün evrensel sorunlar öyle bir boyut kazanmıştır ki bırakalım dinlerin bunlara yanıt vermesini, bu sorunlara ilişkin ciddi bir kavrayışın bile olmadığını söyleyebiliriz.
Ne yazık ki dinler, son 30-40 yılın da gösterdiği gibi, bu kadar aydınlanmaya rağmen bugün hala kültürler arası çatışma ve savaşların aracı durumundadır.
İnsanlığın Büyük Sorunlarına Felsefenin Yaklaşımı
Felsefenin işlevi sadece sorgulamak değil aynı zamanda geleceğe dair tasavvurda bulunmaktır. İnsanlığın baş belası olan üç temel sorun vardır ki bunlara kısaca “modern cehalet” demeyi uygun görüyorum.
1. Dünyanın ozon tabakasını delen, iklim dengesini bozan, bütün canlılara ait olan temiz havayı, akciğerimiz olan ormanları, bin bir türlü canlı varlığın yaşam alanı olan denizleri ve doğal zenginlikleri, kar hırsı ve tüketim hastalığı yüzünden bitirme noktasına getiren küresel cehalet.
2. Gelişmiş kapitalist ülkelerin marifetiyle, tahakküm ve sömürüden kaynaklanan küresel eşitsizliğin ve gelir adaletsizliğinin yol açtığı küresel sefalet, açlık, salgın ve eğitimsizlikten kaynaklanan kültürel cehalet.
3. Ülke içinde toplumsal-siyasal çoğulculuğu yok eden, din, kültür ve düşünceden kaynaklı farklılıkları, bir kültürel zenginlik olarak değil, aksine bir tehlike olarak gören ve bölgeler arası ayrımcılığı, ırkçılığı, cinsiyetçiliği ve dinciliği sürekli kışkırtarak toplumları bölen toplumsal cehalet…
Görüldüğü gibi felsefenin önümüzdeki dönemde esas olarak yoğunlaşması gereken konular bu üç alan ve bunlardan kaynaklanan sorunlardır.
Comments