Felsefe Özgür Ortamda mı Gelişir?
Birçok insan, baskı dönemlerinde felsefî düşüncenin boğulduğunu sanarak karamsarlığa ve mistik düşüncelere kapılır. Bu yüzden de felsefenin ancak özgür ortamlarda yeşereceği ve büyük filozofların da ancak bu koşullarda ortaya çıkacağı varsayılır. İlk anda bu varsayımın mantıklı olduğu sanılsa da aslında bu anlayış kesinlikle doğru değildir. Ne yazık ki buna inanan çok sayıda felsefe profesörü de var.
Felsefe tarihi kısaca gözden geçirildiğinde bu anlayışın hiç de doğru olmadığı anında görülebilir.
Önce özgürlük nedir?
Özgürlük, insanın doğadan kaynaklanan yasaların ve aynı zamanda toplumdan kaynaklanan koşulların bilincinde olması demektir. İnsan ancak, yasalarını ve koşullarını kendisinin yarattığı ortamlarda özgür iradeye sahip olabilir. Birçok insan özgürlükle istediğini yapabilme ya da iyiyi kötüden ayırabilme yetisine sahip olma olarak da değerlendirmektedir. Dikkat edilirse bütün bu tanımların temelinde insanın bilinçle etkin olma durumu söz konusudur. Etkin olmaksa, belli koşulların ve kuralların değiştirilmesi veya kökten reddedilmesi demektir. Yani özgürlükle, etkin insan olma arasında sıkı bir bağ vardır. Dolayısıyla felsefe de en çok insanın etkin olduğu ortamda yeşerir ve gelişir.
Peki insan en çok ne zaman siyasi ve felsefi anlamda etkin olur ya da özgür iradesini konuşturma ihtiyacı duyar? Toplumsal kriz derinleştiğinde, siyasal baskı arttığında ya da fikir özgürlüğünün tehdit altında olduğu ortamlarda. Tarihsel süreç incelendiğinde görülecektir ki büyük filozoflar, çoğunlukla, toplumsal krizler derinleştiğinde, özgürlükler yok edilmekle karşı karşıya olduğunda, adalet ayaklar altına alındığı ve zulüm ayyuka çıktığı zamanlarda ortaya çıkmaktadırlar.
Antikçağda Felsefe
Bunun doğruluğunu test etmek için antikçağın üç büyük filozofunun hayatlarına kısaca bakmak yeterlidir.
Hem Sokrates (MÖ 469-399) ve Platon (MÖ 427-347) hem de Aristoteles (MÖ 384-322), antikçağın büyük ve uzun süreli savaşlarından biri olan Peloponnez Savaşı (MÖ 5. yüzyıl) döneminde yaşadılar. Aşağı yukarı 100 sene süren bu savaşın sonunda sadece Atina’yı yöneten Perikles (MÖ 495-429)’in özgürlükçü çağı sona ermemiş aynı zamanda bağımsız Yunan devletleri, bir daha gelmemek üzere bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir. Bir yanda sözüm ona despotik yapısıyla Sparta, diğer yanda bağımsızlıkçı ve özgürlüğüne düşkün Atina… Her ikisi de Poleponnez Savaşı döneminde siyasal konumlarına aykırı davranmışlardır. Özgür yurttaşların Atina’sı diğer kent devletlerin bağımsızlığını tehdit ederken, despotik Sparta yönetimi ise devletlerin bağımsızlığından yana tavır almıştır. Bu savaş sadece Yunan devletlerini güçten düşürmemiş, aynı zamanda dış savaşın tetiklediği iç savaşlar nedeniyle, Yunan toplumunu da içten içe çürüterek yıkıma uğratmıştır.
Üç büyük filozoftan biri olan Sokrates, Atinalıların tanrılarına hakaret etmekten ve halkı siyasa iktidara karşı kışkırtmaktan dolayı ölüme mahkûm edilmiştir.
Platon Atina’daki siyasal kargaşalıktan nedamet getirmiş ve Atina‘yı terk ederek Siraküza‘ya yerleşmiştir. Sonra orada siyasal bir komploya katılmakla suçlanarak tutuklanmış ve ardından da köle pazarında satılmıştır. Büyük Yunan filozof ancak arkadaşlarının müdahalesi sayesinde yeniden özgürlüğüne kavuşturmuştur. Bu arada aynı dönemde yaşayan Sinoplu Diyojen (MÖ.413-323) ise, hem özgür bir yurttaş olarak geldiği Yunanistan’da köle olarak satılmış hem de hayatının sonuna kadar toplumdan dışlanmıştır.
Aristoteles ise, öğrencisi olan Büyük İskender (MÖ 356-322)’in Pers seferine katılmadığı için hükümdarın gazabına uğramış ve kalan son yıllarında İskender’in dönüşü endişeyle beklemiştir. Çünkü Büyük İskender’in dönüşü onun ölüm fermanı olacaktı. Talihi yaver gitmiş, Büyük İskender Yunan diyarına dönememiş ve Babil’de ölmüştür. Büyük İskender’in ölümüyle birlikte, ona gençliğinde öğretmenlik yaptığı için Aristoteles Atina’dan sürgün edilmiştir.
Doğu-Arap Topraklarında Felsefe
Felsefeyi Arap topraklarına yerleştiren ilk Arap filozofu el-Kindi (800-873), en verimli döneminde, İslam coğrafyasının sözüm ona olabilecek en özgürlükçü ortamında siyasî takibata uğramış, kitaplığı elinden alınmış ve son yıllarını sürekli gözetim altında geçirmiştir. Fakat felsefenin Doğu-İslam coğrafyasında kökleşmesini de sağlamıştır.
Yine İbn Sina (980-1037) kariyerinin zirvesindeyken kaçak duruma düşmüş ve hayatı adeta hep yollarda ve sürek avı koşullarında geçmiştir. Hakkında ölüm fermanları çıkarılmış, kütüphanesi ve bütün yazıları yakılarak yok edilmiştir.
Bir yüz yıl sonra Ömer Hayyâm (1048-1131) ise linç edilmekten son anda kurtulmuştur.
Büyük filozof İbn Rüşd (1126-1198), baş vezir ve hükümdarın başhekimi olduğu halde sürgüne gönderilmiş, kitapları fetvayla meydanlarda yakılmıştır.
Aynı şekilde İbn Haldun (1332-1406) kendini sürekli siyasî entrikaların ve çatışmaların ortasında bulmuş, yıllarca kaçak yaşamış ve ömrünü hep bıçak sırtında geçirmiştir.
Rönesans ve Aydınlanma Dönemi
Felsefenin Avrupa’da yeniden boy verdiği Rönesans ve sonra Aydınlanma döneminde, önce Aristotelesçiler ve İbn Rüşdçüler kilisenin takibatına uğramış; sonra 1600’de Giordano Bruno Roma’da yakılmış, Galileo (öl.1642) ise kellesini idam sehpasından zor kurtarmış; Descartes (1596-1650) Fransa’yı terk etmek zorunda bırakılarak Hollanda’ya sığınmış; Spinoza, (1632-1677) felsefi ve dini görüşlerinden dolayı suikasta uğramış ve canını kurtarmak için toplumdan uzak küçük bir kasabaya taşınmak zorunda kalmıştır.
İngiltere’de John Locke (1632-1704) siyasal takibata uğramış; Voltaire (1694-1778) Paris’in ünlü Bastille zindanına atılmış; Prusya hükümeti Immanuel Kant (1724-1804)’a, dinle ilgili görüşlerini açıklamasını yasaklamış; Karl Marx (1818-1883) ise hem yurdundan edilmiş hem de bütün Kıta Avrupa’sında gizli servislerin hedefi haline gelmiştir.
Kısaca değindiğimiz biyografilerden de anlaşılacağı gibi felsefe en çok baskı dönemlerinde verimli olmuştur. Büyük filozoflar da en çok bu dönemlerde ortaya çıkarlar. Özgür ortamlar hem geçici ve görecelidir. Bu yüzden felsefe, sanat ve edebiyat en çok toplumsal krizlerde boy verir ve gelişir.
Eğer bir yerde felsefe gelişmiyorsa, bunun en önemli nedeni siyasal ve toplumsal baskı değil, toplumsal bilincin zayıflığı ve insanların toplumsal sorunlara kayıtsızlığıdır.
Felsefe bir bakıma her durumda çaresizlikte çare, çıkışsızlıkta çıkış yolu bulma çabasıdır. Bu anlamda felsefeyle uğraşmak, doğru bir yaşam tarzı edinmektir ki bu da bizi özgürlük bilincine götürür.
Bu yüzden insan özgürlüğe, bilinmezliğin ve kaosun sınırlarında ulaşır. Özgürlük, bilme ve etkin olma sürecinin sonuçsuzluğunda ebedileşir.
“İnsanın özgürleşerek felsefeyi nasıl hayata geçirdiği” sorunu ise bir başka yazının konusudur.
Comments