top of page
Yazarın fotoğrafıŞafak Ural

Eğitim ve Öğretim

Dilimizde "eğitim" ve "öğretim" şeklinde iki ayrı kavramın olması Türkçemizin sağladığı güzel bir olanaktır. Üniversitede alınan bir "öğretim", girilen fakültenin ilgili bölümünün ders programı ile belirlenir. Bu programlar her üniversitede temel bilgilerin kazandırılmasını amaçlar; ve dolayısıyla da birçok ortak noktaya sahiptir. Her bölüm, öğrencisine uzmanca bilgiler vererek bu bilgiler ışığında birtakım beceriler kazandırır. Mühendis, hekim, öğretmen, tercüman, psikolog, biyolog, eczacı, mimar gibi farklı alanlarda öğretim yapan bölümler, bireylerin üst düzeyde bilgiyle donatılmasını ve beceriler kazanmasını hedefler. Üniversitemizin bu konuda yüksek hedefleri olduğu bilinmektedir.


Eğitim elbette öğretimden ayrı özelliklere sahiptir; fakat aynı zamanda onlar birbirlerini tamamlarlar. Nitekim "eğitim ve öğretim" faaliyeti diyerek aralarında bir sarmalık ilişkisi kurarız; bu ilişkide farklı yöntemleri kullanarak birbirini tamamlayan bu iki olgunun, hangi noktada ve niçin birbirine gerek duyduğunu ortaya koyabilmek, aydınlatılması gereken bir noktadır.


Bu iki olgu birbirini tamamlar: çünkü eğitim hedefleri olmayan bir öğretim, verimsiz ve eksik olacak, geleceğe yönelik hedeflere de sahip olamayacaktır.


Birlikte vakit geçirdiğiniz, mesela seyahat ettiğiniz kişinin zengin mi fakir mi olduğunu, iyi bir insan mı kötü bir insan mı olduğunu anlamak mümkün olmayabilir. Fakat kişinin eğitim ve kültür düzeyi kendini hemen belli eder. Çünkü kültür, kişinin davranışlarına, tavırlarına, bakış açısına sinmiş bir özelliktir; ve bu özelliğin ders konusu olarak öğrenilmesi, başarılan sınavlar sonunda elde edilmesi de sözkonusu değildir. O, birçok şeyin toplamı, bir sentezidir; her birey bu sentezi kendisi gerçekleştirir; davranışlarını, bakış açısını, olayları yorumlayışını, reaksiyonlarını biçimleyen bir sentez yapmayı kendisi başarabilir. Bu sentezi her birey kendince oluşturmakla kalmaz, bireyleştirmek ve içselleştirmek suretiyle kişiliğinin bir parçası haline getirir. Bu haliyle eğitim, kültürün toplumsal boyutunun yapıcı ve kurucu unsuru haline gelir. Eğitim böylece toplumsal ve kültürel bir boyut da kazanmış olur.


Bu noktada, eğitimin niçin öğretime gerek duyduğu sorulabilir; öyle ya, yukarıda tanımlandığı şekliyle eğitim, kendi kuralları ve hedefleri olan bir özelliğe sahiptir. Bir tek şey hariç! Birey kendine göre oluşturacağı sentez için güvenilir bir yönteme ihtiyaç duyar. Bir yöntem olmadıkça eğitimin ileriye dönük olması ve toplumun ihtiyaç duyacağı özellikler içermesi de mümkün olmayacaktır. Bu yöntem, kolayca tahmin edileceği gibi akılcı, denetlenebilir, hesabı verilebilir veya kısaca bilimsel özellikte olmak zorundadır. Bu noktada kaçınılmaz olarak "hayatta en hakiki mürşit (yolgösteren) bilimdir" sözü hatıra gelmektedir.


Bilindiği gibi Newton sistemi bize evrenin akıl yoluyla kavranılabileceğini ve fizik dünyada yer alan nesnelerin hareketlerinin yasalara bağlı olarak gerçekleştiğini göstermiştir. Bu çok basit gibi görünen açıklama, felsefeden bilime, sanat ve edebiyattan teolojiye ve teknolojiye kadar çok köklü değişikliklere yolaçmakla kalmamış, insanlığın ufkunu da alabildiğine genişletmiştir. Artık canlılar dünyasının, insanın ve toplumun akıl yoluyla, yani bilimsel olarak kavranılmasının önü açılmış ve sonuçta bugünkü teknolojik devrimler gerçekleşmiştir.


Teknoloji; akılcı yöntemlerin, yani bilimsel yöntemin yolgöstericiliğinin bireyin ve toplumun yaşamında ne gibi sonuçlara yolaçabileceğini çok somut şekilde göstermiştir: 18.yy'dan itibaren bilim ve teknolojideki gelişim sayesinde günlük yaşamda, sosyal ve ekonomik yapıda, sağlık ve askeri alanlarda, teolojide, siyasi hayat ve ticarette çok köklü değişimler gerçekleşmiştir. Her alanda karşımıza çıkan değişim, aynı zamanda bireylerin haklarının hukuk koruması altına alınmasını ve liyakate değer verilmesini şiddetle talep etmiştir. Bütün bunlar hep birlikte Batı dünyasının bilinen başarılarını sağlamıştır. Aydınlanma Çağı olarak bilinen bu dönem, bilimsel anlayışın ve eğitimin ne kadar etkili olabileceğinin çok parlak bir göstergesidir.


Bilim ile ilgili elbette birçok tartışma yapılabilir ve yapılmalıdır; fakat bu tartışmalara taraf olan hiçkimsenin bulunduğu binayı örneğin paratöner koymak dışında bir yöntemle koruduğu da görülebilmiş değildir. Bilim, bütün bu özelliklerine rağmen, insanın tüm yaşamı içinde çok kısıtlı bir alanı ilgilendirebilir; fakat öte yandan dünyanın her yerinde ilkokuldan itibaren öğretim hayatı, farklı bilimlerin öğretilmesine ve bu bilimlerle ilgili mesleki becerilerin kazandırılmasına dayandırılmış durumdadır. Bu nokta, yukarıda da işaret edildiği gibi, eğitim ve öğretim arasında bilimsel yöntem aracılığıyla kurulan sarmal ilişkinin de önemini vurgulamaktadır.


"Eğitim" kavramı, bazen "alıştırma" (Exercise, training, übung) kavramıyla karıştırılır. Sevimli evcil hayvanlara kazandırılmak istenilen davranışlar, okullarda problem çözme alıştırmaları yapmak, sporcuların başarılarına yönelik antremanlar da yine "alıştırma" kavramıyla temsil edilebilir. Bu kavram ile konumuz olan eğitim kavramı arasında sınırlı bir ilgi de kurulabilir.


Ne var ki konumuz olan eğitim, bilimsel bir düşünce arka planına, yani özel bir bakış açısına sahip olmayı gerektirmektedir. Ancak böyle bir bakış açısına sahip bireyler belirli sorunları nesnel bir yöntem aracılığıyla çözmek becerisine sahip olabilirler. Bu sebeple bilimsel yöntemleri kullanmayı öğrenmiş bireylerin, özel değerler ve ilkeler sistemine sahip olmaları da kaçınılmazdır. Bu sayede sorunlara getirilmek istenilen çözümlerin belirli standartların üstünde olması sağlanabilir. Eğitimin ayrılmaz parçasının bilimsellik olmasının önemini bu vesileyle tekrar vurgulamak yerinde olacaktır; çünkü her bilimsel öğretim beraberinde bir eğitim anlayışına ihtiyaç göstermektedir. Bireyler; öğrenim hayatları boyunca kullanmasını öğrendikleri bilimsel yöntemi, ancak bu sayede, çeşitli sorunların çözümünde de kullanabilme becerisi kazanabilirler. Kısaca ancak eğitimli bireylerin, mesleki bilgilerini, farklı alanlarda da değerlendirmeleri mümkündür; ancak bu bireyler sağlıklı bir dünya görüşüne sahip olabilir, sorunları sağlıklı bir şekilde tanımlamak, yorumlamak ve onlara çözüm getirebilmek olanağı elde edebilirler. Üniversite öğretiminin eğitimle olan sarmal ilişkisi bu sayede verimli hale gelebilir


Üniversite eğitim ve öğretim birlikteliğinin kazanımı bireyseldir; her bireyin kendini inşa etmede kullanacağı bireysel kazanımlardır. Eğitimli bireylerdir ki kendi sorunlarını bilimsel çerçevede ve sağduyu ile çözebilme becerisi kazanabilmişlerdir; bu sayede, sonuçları öngörülemeyen seçenekler arasından sağlıklı seçim yapabilmek potansiyeline sahip bireylerden söz edilebilir.

İnsan, içinde yaşadığı dünyada hem etken hem de edilgen bir konumda bulunur; fizik dünya sahip olduğu kurallar ve yasalar ile insan üzerinde buyurgan bir tavır sergiler. İnsan bu buyurganlık karşısında çaresizdir ve ona boyun eğer. Fakat insan, bu şartlar altında bile etken olabilmenin koşullarını sağlamaya çalışır; bunun için teknolojinin de içinde yeraldığı bir kültür evreni oluşturur. Böylece hem fizik dünyada hem de kendi inşa ettiği kültür dünyasında yaşar. Kültür dünyası insanın özgürlük alanıdır: ne var ki ancak eğitim bireyler kendilerini özgür kılabilmelerine olanağına sahip olabilirler. Bu olanağın iki temel dayanağından sözetmek mümkündür. İlki, kurumun, iyi bir meslek bilgisi vermenin yanısıra kültürlü ve eğitimli bireyler yetiştirmeyi hedeflemesidir. Biraz dikkatli bir bakışla, İstinyelilik Manifestosu adı altında duvarlarda öğrencinin dikkat eşliğini arttırmak suretiyle onların eğitim süreçlerinin kalitesini biçimleyecek ilkeler farkedilebilir. Bu ilkeler, bireylerin kültür dünyası içinde kendilerine özgür alanlar inşa etmelerine olanak verecektir. Eğitimin tarih boyunca ayrılmaz bir parçası olagelmiş felsefe ise, bireyin kendini tanımasını ve gerek toplum içinde gerek içinde yaşanılan çağda varlık kazanabilmesini sağlayacak koşulun diğer kurucu unsuru konumundadır.

178 görüntüleme

Comments


bottom of page