top of page
Yazarın fotoğrafıDoğan Göçmen

Dünyevileşme ve Laiklik Kavramlarının Kökeni ve Anlamı Üzerine

Büyük Türkçe Sözlük’ün sunmuş olduğu laiklik tanımının özellikle ikinci kısmı, yukarıda da işaret ettiğim gibi, laikliğin insanın çok daha geniş bir yöneliminin bir parçası olduğunun görülmesini engelleyen son derece indirgemeci ve eksik bir tanımdır. Oysa laikliği çok daha kapsamlı bir dünya görüşünün ve yaşam biçiminin parçası olarak almak gerekmektedir. Ludwig Wittgenstein kavramların anlamlarında kargaşa yaşanıyorsa onların ilk kaynaklarına kadar takip edilmesini ve en temelde olan anlamının ortaya çıkarılmasını salık verir. Dünyevileşmenin ve laikleşmenin tarihsel önemini anlamak için kavramının etimolojik dökümünü yapmak ve temelde olan anlamı ortaya çıkarmak gerekmektedir. Türkçede kullandığımız laiklik ve dünyevileşme kavramlarının etimolojik bakımdan birbirleriyle doğrudan bir ilişkisi yok gibi görünse de, bu kavramlar sistematik bakımdan iç içe geçmiş iki kavramdır. Bu girift ilişkinin çözümlenmesi Türkiye’de yürütülen laiklik tartışmalarına sistematik bakımdan da açıklık getirecektir. Laiklik büyük olasılıkla Anadolu menşeli bir sözcüktür. Kültürden kültüre tarih boyunca uzun ve macera dolu bir yolculuktan sonra en temeldeki anlamını muhafaza ederek Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte 1870’lerde türetilen Fransızca laïcité sözcüğü üzerinden Anadolu’ya, Anadolu Türkçesine geri dönmüştür. Sözcük bu süreçte büyük anlam değişiklikleri yaşamıştır ve birçok yeni ince analiz çalışması gerektiren anlam katmanı oluşturmuştur. Bir sıfat olan ‘laik’ (Fr. laïque) ve onun isimleştirilmiş hali ‘laiklik’ (Fr. laïcité) antik Yunanca λαϊκός (laïkós) ve Latince laic sözcüğünden çevrilerek türetilmiştir. Laïkós, eğitilmemiş, uzman olmayan, bu bakımdan halktan (λαός, laós) olan, ruhban (κληρῐκός klērikós) sınıfına ait olmayan, papaz veya rahip olmayan, dini bir mevkie sahip olmayan anlamına gelmektedir. Antik Yunanca laós sözcüğünün Attika’da λεώς (leόs) ve İyonya’da ληός (lēós) şeklinde yazımları mevcuttur. Bu sözcük etimolojik olarak Hititçe ‘seferberlik’ anlamına gelen lahh sözcüğü, Frigyaca ‘ordu lideri’ anlamına gelen λαϝαγταει (lawagtaei), ‘silahaltında olanlar’ anlamına gelen Hint-Avrupa diline ait *leh2wos sözcüğü ve son olarak ‘halkın lideri’ anlamına gelen ve batı antik Yunancasına ait λᾱγέτᾱς (lāgétās) sözcükleri ile ilişkilendiriliyor. Laiklik kavramının etimolojik kökenine ilişkin sunmuş olduğum bu dökümün anlamı nedir? Sözcüğün kökeni ta başına kadar yakından takip edilirse, bugün modern toplum ve devlette gözlemlediğimiz yöneten ile yönetilen arasındaki ayrımın ve yabancılaşmanın, siyaset felsefesi tarihinde ilk defa Hegel’in dikkat çektiği toplum ile devlet arasındaki ayrımın başlangıcının yakalandığı görülecektir. Hegel buna bazen “hükümet” ve “halk” arasındaki ayrım olarak işaret ediyor. Modern çağ bir taraftan devlet ve toplum arasında ayrımın ve yabancılaşmanın, hatta karşıtlığın belirginleştiği çağ iken, aynı zamanda siyasette laiklik, yani halka dönüş, çağların biriktirdiği özgürlük probleminin temelden çözmeye de bir dönüştür. 1789 büyük Fransız devrimi tarihte bu dönüşün en radikal bir şekilde gerçekleştiği uğraklardan birisidir. Laiklik kavramının yaratıcısı Ferdinand Édouard Buisson haklı olarak “Fransız devrimi ilk kez dinler karşısında tarafsız, ruhban sınıfından bağımsız, teolojik kavrayıştan tamamıyla ayrı laik devlet düşüncesini açıkça görünür bir şekilde ortaya çıkardı” diyor. Bu bakımdan siyasette laikleşmeyi mümkün en geniş anlamda, tüm toplumun öncelikle eğitim yoluyla, sonra zenginliğin eşit bir şekilde dağıtılmasıyla tüm yabancılaştırıcı hiyerarşik yapılanmalardan kurtarılarak özgürleştirildiği anlamında almak gerekmektedir. Yolande Jansen, laik ve laiklik kavramlarını Fransız Devriminin Katolik kilisesine karşı yüzyıllarca verdiği mücadelenin içinde oluştuğuna dikkat çekiyor. Bunu “Laїcité, or the Politics of Republican Secularism” başlıklı yazısında bir pasajda şöyle özetliyor: Laiklik kavramı Fransız Devriminin Katolik kilisesine karşı yüz yıllar süren dünyevileşme mücadelesi ile ilişkilendirilmek zorunda olsa da; terimin kendisi, onun tamamlayıcısı olan laikleştirmek (dünyevileştirmek) ve birer isim olan laikleştirme (laїcisation: laikliğin eylemi ve sonucu) ve laikçilik (laїcisme: laiklik öğretisi), ilk defa 1870’li yıllarda kullanıldı. Yalnızca Yunanca laos (‘‘halk’’) sözcüğünden türetilen sıfat laik (laїque) çok daha eskidir (1487; ‘ruhban sınıfına ait bir kesimi oluşturmayan anlamına geliyor’). Laïkós veya Laic kavramı, hâlihazırda dikkat çektiğim gibi Türkçeye ‘laiklik’ olarak çevrilen Fransızca laïcité kavramının türetilmesine kaynaklık eder –ki dikkat çektiğim gibi kavram modern Fransız eğitim bilimci Buisson tarafından türetilmiştir. Buisson’un 1878-1887 yılları arasında yayınladığı Dictionnaire de pédagogie et d’instruction primaire adlı eser, Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet döneminde tüm cumhuriyetçi eğitimcilerin bir nevi bir “incili” olarak kabul edilmiştir. Eserde yer alan laiklik (laïcité) maddesinde laikliğin kaynağı olarak Büyük Fransız Devrimine gönderme yapıyor: “Fransız devrimi ilk kez dinler karşısında tarafsız, ruhban sınıfından bağımsız, teolojik kavrayıştan tamamıyla ayrı laik devlet düşüncesini açıkça görünür bir şekilde ortaya çıkardı.” Söz konusu maddede laikleşme dünyevileşmenin hem bir parçası olarak ele alınıyor. Jansen, Le Petit Robert’in “secularité” sözcüğünü “laicité” sözcüğünün gramer açısından eş anlamlısı olarak kabul etmese de, “laїque” ve “séculier” sözcüklerinin türevlerini eş anlamlı sözcükler olarak saydığına dikkat çekiyor. Buisson, söz konusu laiklik maddesinde hem tam olarak laikleşmenin ne olduğunu ve bu sürecin Fransız devriminde nasıl ilerlediğine işaret ettiği bir pasajda şöyle diyor: “Olayların gelişiminin gücü önce ordunun, ardından bürokrasinin ve sivil toplumun işleyişinin, sonra da hukukun dünyevileşmesini beraberinde getirdi. Saf teokrasi içinde kalmak istemeyen toplumun tamamı elbette kiliseden ayrı, bağımsız ve egemen değilse bile, yasama, yürütme, yargı gibi üç erki oluşturmak zorundadır. Fakat ruhban sınıfının bu güçlerin teker teker her birinin ve tüm kamusal ve özel yaşamın üzerinde müdahale, gözetleme, kontrol veya veto hakkını elinde tutması durumunda dünyevileşme tam olarak gerçekleşmemiştir. Fransızca Dünyevi sözcüğü, ‘zaman’, ‘çağ’, ‘dönem’ ve ‘evre’ gibi anlamlar içeren, kökeninde Latince saeculum sözcüğü bulunan ve aynı anlama gelen antik Yunanca αἰών (aiōn) sözcüğünün Latinceye çevrilmesiyle elde olan bir kavramdır. Çağ, dönem, yüzyıl gibi ‘bu dünyada’ belli bir süreyi imlemek için kullanılan kavram doğrudan ‘öbür dünyada’ olduğu kabul edilen ebediliğin karşıtı olarak alınır. Bu kavram içkinliği temel alır ve toplumun dünyevi olduğundan hareket eder. Eski Fransızca seculer, seculare (modern Fransızca séculier) kavramları üzerinden tüm modern dillerde dünyevi dünya görüşüne temel oluşturan bu kavram bu dünyadan olmak anlamına geliyor. Modern siyaset anlayışında laïkós olana, halka dönüş ile Hegel’in yukarıda alıntıladığım pasajda işaret ettiği öbür dünyadan bu dünyaya dönüş, birbirini şart koşan, birbirini tamamlayan neredeyse eş zamanlı iki farklı harekettir. Siyasette gözlerin, ölçü olarak alınan öbür dünyadan bu dünyaya dönmesi, bu dünyada siyasette temel alınan ve öbür dünyada ebediyeti temsil eden klērikós olandan, ruhban sınıfından laïkós olana, halka dönüş anlamına gelmektedir. Bu dönüş dünyadaki toplumsal ve siyasal düzenin de değişebilir olduğunu kabul etmeye, ebedi değişmez, monoton zaman algısından dinamik tarihselliğe de dönüş demektir. René Descartes’ın eğitimliler arasındaki entelektüel kavgalar konusunda bir tribün olarak halkı kendisini eğiterek yargıda bulunup karar vermeye çağırması ancak bu çerçevede düşünülürse tam olarak anlaşılacaktır. Siyasette ölçü ve meşruiyetin kaynağı olarak ruhban sınıfından, yani hâkim seçkinlerden halka dönüş, siyasette tahakkümcü ilkeden özgürlükçü ilkeye de dönüş demektir. Bu nedenle laikçiliği savunanlar halkın eğitilip aydınlatılmasına büyük önem vermişlerdir. Zira modern felsefe de artık seçkinlere değil halka hitap etmektedir, felsefi ilkelerin ve felsefi bakışın halkta yeşermesini talep etmektedir. Özetleyecek olursak; Ahmet Cevizci hazırladığı Felsefe Sözlüğü’nde laikleşme ve dünyevileşme süreçlerini birbiriyle ilişkili olarak tanımlar. Cevizci’ye göre, “Din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması anlamında dünyevileşmenin, politik ya da siyasî alandaki özel hâli laiklik olarak bilinir. Laiklik işte bu çerçeve içinde, siyasetle dinin, devletle kilise ya da diyanetin birbirinden ayrılması, siyasî otoritenin yönettiği insanların inancına müdahale etmemesi anlamına gelir.” Görüldüğü gibi burada laiklik, “dünyevileşmenin, politik ya da siyasî alandaki özel hâli” olarak tanımlanmaktadır. O halde, laiklik, çok daha kapsamlı olan dünyevileşme kavramının insan yaşamının özel bir alanı olan din ve siyaset ilişkisinin düzenlenmesine uyarlanmasından başka bir şey değildir. Bu durumda dünyevileşme kavramına yakından bakmamız gerekmektedir. Nedir o halde dünyevileşme? Cevizci dünyevileşmeyi ise şöyle tanımlanıyor: “Dünyevileşme, siyasî ve felsefî temelleri olmakla birlikte, insana, belli bir yaşam biçimi ve eylem anlayışı sunmayı amaçladığı için, özü itibariyle ahlâkî, fakat sunduğu yaşam tarzı ve eylem anlayışında, Tanrı düşüncesine, ölümsüzlük fikrine ya da öte dünya kavramına başvurmadığı için, dini hiçbir şekilde karıştırmadığı için, dinden bağımsız olmak durumunda olan bir hareketi ifade eder.” Cevizci dünyevileşmeyi burada özü itibarıyla ahlaki bir hareket olarak tanımlıyor. Bu ahlaki hareketin, yukarıda sergilediğim gibi siyasi ve felsefi temelleri vardır ve içinde belli bir yaşam tarzı ve eylem anlayışı barındırmaktadır. Bunların açığa çıkarılması, laiklik kavramının felsefi temellerinin görülmesine, içermiş olduğu siyasi projenin kavranmasına, buna uygun eylem ve yaşam tarzının ne olduğunun açıklanmasına yardımcı olacaktır.

31 görüntüleme

Comments


bottom of page