top of page
Yazarın fotoğrafıSadık Usta

Alışkanlıklarımız ve Ötekinden Öğrenmek…

Nasıl yeni bilgi edinebiliriz?

Başkasından öğrenilebilir mi?

Farklı görüş ve inançtan insanlar nasıl bilgi alışverişinde bulunabilir?

Farklılıklarımızı tartışmalı mıyız?

Peki nasıl tartışmalıyız?

İkna etmenin özel bir yöntemi var mı ve insan nasıl ikna olur?

Bizden farklı düşünenler olmasaydı ne olurdu?

Öteki kimdir?

İnsan, her şeyden önce alışkanlıklarından (yaşam tarzı; yeme ve içme kültürü; sevme ve nefret etme eğilimi; inanma ve bilme biçimi vs.) kolay kolay vazgeçemeyen bir varlıktır.


Alışkanlıklar kategorik olarak ne iyidir ne de kötü. Koşullar ve döneme göre yarar da sağlar zarar da. Dolayısıyla alışkanlıkların muhtevasını tarihsel, yani dönemsel ve somut duruma göre değerlendirmeliyiz. Alışkanlıklar insana, hem kolaylıklar sağlar hem de zorluklar dayatır.


İnsanlar bedensel ve zihinsel alışkanlıkları sayesinde, fazladan bir enerji ve zaman harcamadan doğa ve yaşam koşullarına uyum sağlar. Bizler alışkanlıklarımız sayesinde yeteneklerimizi geliştirir, becerilerimizi kalıcılaştırır ve başarılı işlere imza atarız. Örneğin okuma alışkanlığı olmadan, birbirinden farklı konulara ilişkin derin bilgiler edinemez ve dolayısıyla derin düşünceler de üretemeyiz.


Alışkanlıklarımız olmasa, belli bir alanda ve disiplinle üretmemiz de mümkün olmazdı. Ya da kim bilir alışkanlıklarımız olmasaydı zaman denen ölçünün farkına varamaz ve planlar da yapamazdık; hayatımızın rutinini düzenleyemez, üretimde başarılı olamaz, hayat deneyimimizi derinleştiremez, gözlemlerimizden kalıcı sonuçlar da çıkaramazdık.


Kısacası, alışkanlıklarımız olmasaydı ne hayatımızı düzenleyebilir ne de ona yön verebilirdik. Bunların hepsi alışkanlıkların olumlu tarafı…


Madalyonun bir de öteki yüzü var.


Bize hayatı kolaylaştıran her alışkanlık, aynı zamanda bizi her an tutuculaştırmakta, alışkanlıklarımıza bağnazca bağlamakta, yeniliklere uzak, ellere yabancı kılmakta ve hatta, alışkanlıkların bıktırıcı rutininde hantallaştırarak yaratıcılığımızı öldürmektedir.


Çünkü alışkanlıklar, aynı zamanda yenilikleri keşfetmemizi, onları benimsememizi engelleyen bir rol de oynamaktadırlar.


Muhafazakarlaşma (siz buna alışkanlık da diyebilirsiniz) sadece yenilikleri benimsememizi engellemekle kalmamakta, aynı zamanda yeniliğe yönelik ilgimizi de yok etmektedir. Hatta zihnimizde, yaşamın vazgeçilmezi olan yenilikler olmadan da yaşanabileceği düşüncesini yaratabilir. Bu yüzden insan genelde sadece yeniliklerle karşılaşmaktan tedirgin olmaz, aynı zamanda ufuk açısını daraltan tutuculuğu nedeniyle yeni olanı fark edip görmez de. Birçok insanda bu zamanla yeniliğe karşı rezervli tutum ve düşmanlık hali de alır. Onun için Türkçede yeniliği benimsemeye karşı birçok özdeyiş bulunur. Bunlardan biri: “Eski köye yeni adet getirme” deyimidir.


Kuşkusuz bununla yeniliklerin her zaman yararlı olacağını iddia etmiyoruz. Neticede yenilikler dağıtıcı ve bozucu, yani zararlı da olabilir ancak buna rağmen yenilikler kategorik olarak yararlıdır çünkü yeniliklerle karşılaştıkça, hem alışkanlıklarımız yumuşayarak çözülmeye uğrar hem de yeniliklerin getireceği muhtemel tehlikelere karşı donanımlı oluruz.


Yenilikler en çok zihinsel mecrada ortaya çıkarlar. Örneğin yeni bir olguyu, yöntemi, fikri düşünmek gibi, ya da kendimizde yeni bir arzu keşfetmek gibi veya yeni bir toplum ve dünya tasavvur etmek gibi…


İnsan yenilikleri sadece görerek değil, aynı zamanda onları başkalarından duyarak da öğrenir. Yeni kültürler, dinler, bilimsel buluşlar, teknoloji, teoriler, düşünceler ve gelenekler de böyle keşfedilir, duyulur ve benimsenirler.


Kuşkusuz her duyduğumuzu benimseseydik evin yolunu şaşırırdık, o yüzden zihnimiz, geçmiş deneyimlerden hareketle bize ön muhakemeyle neyin yararlı, neyin zararlı olacağını önceden bildirmeye başlar.


Ötekinin Bilgisi


İnsan önce yaşadıklarıyla, sonra gördükleriyle, ardında da duyduklarıyla zihinsel çeşitliliğe ve derinliğe kavuşur. Buna kendi özgün zihinsel tahayyüllerimizi de ekleyebiliriz. İnsan çoğunlukla bilgiyi, görmekten ziyade başkasından duyarak veya yazılı metinlerden okuyarak edinir. Kuşkusuz insan, duyduklarını anında benimsemez, hatta onu önce yabancılar da.


Hele bu bilgiler bir de rakip gördüklerimize aitse…


İnsan çoğunlukla yabancılara ve rakiplere ait bilgileri şüpheyle karşılar. O bilgileri öğrenmekten, duymaktan ve hatta müzakere etmekten de kaçınır.


Yeni bilgiler esas olarak bize ait olmayan bilgilerdir. Bu yüzden yeni bilgileri merak etmenin, bilmenin, duymanın ve incelemenin de bir usul ve yordamı olmalıdır.


Örneğin dinlemesini bilmiyorsak yeni bilgiler edinemeyiz. Ya da eğer yeni bilgilere sahip insanlarla doğru ilişki kuramıyorsak da o bilgilere temas edemeyiz.


Fakat yeniliklerden de kaçınamayız çünkü yeni olan çoğunlukla eski olandan baskındır. Bu durumda ötekine ait olan “yeni bilgilerden nasıl yararlanmalıyız” sorusu gündeme gelir.


Eğer yeni bilgilerden yararlanmasını bilmiyorsak, o zaman zihnimizin bunlardan yararlanması da zorlaşır. Dolayısıyla zihnimiz, yeniliklerle donanma konusunda yaya kalır. Bu yüzden herhangi biriyle karşılaşmanın, sohbetin, konuşmanın ve müzakere etmenin de yöntem ve usulü olmalıdır.


Usul derken de nezaketten ziyade, görüşme ve yapılacak sohbetten azami ölçüde yararlanmayı kastediyorum. Eğer karşımızdakini düzgün dinlemiyor, konunun anlaşılmasını sağlayacak kritik sorular yöneltmiyor ve gerektiğinde olgun ve ikna edici bir karşılık veremiyorsak, baştan itibaren bu sohbetin kaybeden tarafındayız demektir.


Düzgün bir sohbette argümanları müzakere etmek her iki taraf için de yararlı ve vazgeçilmezdir.


Peki neden?


Bu ve başka soruların yanıtları gelecek yazıda…

96 görüntüleme

Comments


bottom of page