top of page

"Agora" filmine felsefi bir bakış


“Düşünme hakkını saklı tut, hatta yanlış düşünmek bile hiç düşünmemekten iyidir.”

Theon


Değer yargılarımızdan arınarak tarafız karar vermemiz gerektiğinde bunu başarabilir miyiz? Hepimiz bizim dışımızda bir yerlerde bizi belirleyen koşulların etkisi altında kararlarımızı veriyoruz. Doğup büyüdüğümüz çevre, içinde bulunduğumuz yüzyıl, ülkemiz, sosyo-ekonomik ve kültürel koşullarımız, inançlarımız, cinsiyetimiz… Değer yargılarımızı oluşturan tüm bu çerçeveyle topyekûn bir karar verme sürecine giriyoruz. Üstelik kararlarımızı vermemizi sağlayan bu değerler, bizi sürekli olarak belirlemeye ve şekillendirmeye devam ediyor.


İnsanlar çoğu zaman idealize edilmiş davranışlar gösteremese de pek çoğumuz, bilim insanlarının ideal bir tavra sahip olduğunu düşünür. Her ne kadar bilimin nesnel olması beklense de insani bir etkinlik olarak bilim de bilim insanlarının öznelliğinden etkilenir. O zaman soruyu bilimi temele alarak tekrar soralım: “Nesnel bir tavra sahip olduğunu düşündüğümüz bilim, gerçekten nesnel bir faaliyet midir? Kişisellikten tamamen soyutlanıp her zaman yeni bilgilere açık bir ilerleyişle insanlığın refahını mı hedefliyor?“


Bilim tarihine baktığımızda, bilim insanlarının kusursuz nesnellik ile kişisel inançları arasında tercih yaparken pek zorlanmadığını görürüz. Bilim insanı dahi ideal nesnelliğe sahip olmaya çalışırken içinde bulunduğu koşullar, onlara çoktan büyük bir pencere açmıştır. Her insan gibi problemli durumlarda kendi paradigmalarını terk etmekte zorlanırlar. Etrafımızdaki çözmek istediğimiz problemler, aslında kendi paradigmalarımız için çözülmesi gereken problemlerdir. Klasik bilim anlayışında, bilim dediğimiz etkinlik gözlem ile başlar. Ancak Popper’ın düşündüğü gibi neyi gözlemleyeceğimizi bilmeden gözlem yapmaya başlayamayız. Gözlem yapmak için bir problem durumuyla karşı karşıya olmalıyız. Örneğin; kadın cinayetleriyle ilgili haber izleyen, geleneksel bir toplumda yaşayan ataerkil birini düşünelim. Bu kişinin haber karşısındaki tutumuyla feminist bir okurun tutumu doğal olarak farklı olacaktır. Buradaki farklılığın nedeni, bu kişilerin paradigmalarını besleyen yaşantılarından başka bir şey değildir. Bilim insanları da karşılaştıkları toplumsal ya da doğal olaylar karşısında, paradigmalarına göre problem olan durumlarla ilgili gözlem yapmaya başlarlar.


Bu iddianın bilim tarihindeki destekleyici örneklerinden biri Hypatia’dır. Ortaçağ döneminde yaşamış olan bu kadın filozof hakkında felsefe tarihi kitaplarında pek bilgiye rastlamayız. Martin Cohen, alternatif bir felsefe tarihi kitabı olarak kabul edebileceğimiz “Felsefi Masallar” adlı kitabının “Göğün Öbür Yarısını Hypatia Tutuyor” başlıklı bölümünde, Hypatia için yazılmış olan metinlerin 19. ve 20. yüzyıllarda yazılan kurgular olduğunu belirtmiş.


Hypatia hakkında ulaştığımız bilgiler, genellikle felsefi ve bilimsel görüşlerinden ziyade yaşantısı ve ölümüyle ilgilidir. Bu bilgilere baktığımızda görüyoruz ki çalışma alanları arasında matematik, astronomi ve felsefe yer alır. Döneminde kabul edilen astronomi çalışmalarını eleştirmiş, dünyanın şekli ve hareketleriyle ilgili araştırmalar yapmıştır. Yaşadığı dönemde kadınların entelektüel çalışmalar yapması alışıldık bir durum olmasa da Hypatia bu düşünceyi, en azından kendisi için, geride bırakmayı başarmıştı. Babası Theon da Hypatia’yı “Düşünme hakkını saklı tut, hatta yanlış düşünmek bile hiç düşünmemekten iyidir.” diyerek kendisini desteklemiştir.


Ortaçağ döneminin düşünsel koşullarının en belirgin karakteristik özellikleri arasında; var olan dogmatik bilgilerin korunması, temellendirilmesi ve yayılması yer alır. Bunun için Hypatia’nın çalışmaları, kendisinin trajik ölümüne neden olmuş. Araştırmaları ancak kendisinden 1200 yıl kadar sonra Kepler ile birlikte tekrar yeşermiş. Bu süre boyunca Hypatia, bilim insanında bulunduğuna inandığımız nesnel tavrının karşısında bir hayalet gibi yaşamaya devam etmiştir. O halde baştaki sorumuza tekrar dönecek olarak “Nesnel bir tavra sahip olduğunu düşündüğümüz bilim, gerçekten nesnel bir faaliyet midir? Kişisellikten tamamen soyutlanıp her zaman yeni bilgilere açık bir ilerleyişle insanlığın refahını mı hedefliyor?“ Bilimin nesnel olduğunu varsayarsak Hypatia’nın çalışmalarının döneminde büyük bir mutlulukla karşılanması gerekirdi.


2009 yapımı olan “Agora” filmi, Hypatia’nın hayatını konu almış. Bilim tarihinin bu trajedisini izleyicilere taşımış. Bu film içinde pek çok felsefi soru türetebileceğimiz, bilimin nesnelliği üzerine düşünebileceğimiz ve önemli bir yanılgımız olan ideal bilim tarihi fikrimizi eleştirebileceğimiz etkileyici bir film.









194 görüntüleme

Comments


bottom of page